18 Ekim 2007 Perşembe

ASHABU’L-UHDUD

Son zamanlar da Çanakkale’de yazılan kahramanlık destanları tartışılır olmuş. Milletimizin imanının ispatı olan şanlı Çanakkale direnişimizin hafife alınması çok üzüntü verici. Bırakınız konu hakkında bilgi sahibi olmayı,Çanakkale direniş bölgesinden bu gün bile geçerken ruhu titremeyene şaşarım ben.Tabi ‘ giydirilmiş kalaslar ‘ bunu anlayamazlar. Korkarım bir gün , Urfa’mızın şanlı direnişini ve Anadolu’muzun kurtuluşundaki destanları da tartışacak bunlar.Aynı zihniyettekiler dünya coğrafyasındaki mazlumların, yurtlarını / namuslarını savunmalarını da şaşkınlıkla seyrediyorlar. Filistin de,Irak’ta , Çeçenya’da, ve dünyanın dört bir yanında işgalcilere karşı vatanlarını savunanları ,imanlarını ispat edenleri ,şehadete koşanları anlayamıyorlar. Baksanıza, terörist diye adlandırıyorlar vatanlarını savunanları. Irak’ta; emperyalist işgalcilere karşı, Hz.Ali’nin yanında direnenleri de bir avuç maceracı sanıyorlar. Ebu Garip cezaevindeki işkencecileri bütün dünya tanıdı da orada işkenceye direnen , şehadete koşan şanlı müminlerin duruşu görülmezden gelindi. Müminler tarih boyunca en korkunç işkencelere uğratılmış, zindanlara tıkılmış ve alevli ateşlere atılmışlardır...Zulüm ve ihanet, dün de bugün de aynıdır. Bu konuyu doğru akledebilmek ve düşünebilmek için Ashabu’l Uhdud’u yeniden tanımalıyız. Müminleri, İslâm’dan vazge­çirmek için , hendeklerde yaktıkları alevli ateşe atarak işkence edenler “Ashab-ı Uhdud”dur. Rabbimiz Allah, şöyle beyan buyurur onların Müslümanlara yaptıkları zulüm ve iş­kencelerini: “ Burçlarla donatılmış gökyüzüne,geleceği bildirilmiş olan kıyamet gününe,cum’a ve arefe günlerine yemin ederim ki,içi yanan ateşle dolu hendeğe atılanlar öldürüldü.Yakanlar da başlarına oturmuşlar mü’minlere yapmakta oldukları işkenceyi temaşa ederlerdi. Onlardan ancak semavat ve arzın mülkü kendisine ait olan aziz ve hamit olan Allah’a iman ettikleri için intikam aldılar. Oysa ki Allah herşeyi görür.”( El-Büruç / 85 / 1-9 )
“Ashabu’l-Uhdud” kıssası ile ilgili, hayat örneğimiz Rasulullah (as)’den şu hadis-i şerif nakledilir. Suhayb er-Rumî,(ra)’dan: Rasulullah (as) şöyle buyurur: “Sizden öncekiler arasında bir hükümdar vardı. Bu hü­kümdarın bir sihirbazı vardı. Sihirbaz, ihtiyarlayınca hü­kümdara: - Ben, ihtiyarladım. Bundan dolayı bana bir çocuk gön-der de sihri ona öğreteyim, dedi. O da, ona sihri öğretmek için kendisine bir çocuk gön­derdi. Çocuk, yola koyulduğu vakit bir rahibe rast geldi. Hemen yanına oturarak, konuşmasını dinledi ve beğendi.Artık sihirbazın yanına giderken rahibe uğrar, yanında otururdu. Sihirbaza geldiğinde ise, sihirbaz kendisini dö­verdi. Çocuk da bunu, rahibe şikayet ederdi. Rahip, şunu söyledi: - Sihirbazdan korktuğun vakit “beni, ailem salmadı.” de! Ailenden korktuğun vakit, "beni, sihirbaz salmadı" deyiver! Çocuk, bu hal üzere devam ederken, büyük bir hayva­nın üzerine geldi. Bu canavar, insanları hapsetmişti.(Çocuk, kendi kendine ) : - Sihirbaz mı efdal, yoksa rahib mi bugün anlayacağım, dedi ve bir taş alarak: - Allah’ım, eğer rahibin işi, senin indinde sihirbazın işinden daha makbul ise, bu hayvanı öldür de insanlar işlerine gitsinler, dedi ve taşı attı, hayvanı öldürdü. İnsanlar işlerine gittiler. Bu olaydan hemen sonra rahibe gelerek (olayı) ona haber verdi. Rahib, ona : - Ey oğulcuğum, bugün sen, benden daha faziletlisin! Senin hâlin, gördüğüm raddeye ulaşmış. Sen, muhakkak imtihan olunacaksın. Şayet imtihan olunursan, benim nerede olduğumu söyleme, dedi. Çocuk, körlerle, abraşları düzeltiyor, sair ilaçlarla insanları tedavi ediyordu. Derken hükümdarın maiyyetinde bulunanlardan kör olmuş birisi, bunu işitti. Ve kendisine birçok hediyeler getirerek: - Eğer beni düzeltebilirsen, şuradaki şeylerin hepsi senin olsun! dedi.Çocuk: - Ben, hiçbir kimseyi düzeltemem. Şifayı ancak Allah verir! Eğer sen, Allah’a iman ediyorsan, ben Allah’a dua ederim. O da, şifa verir, dedi.Adam Allah’a iman etti. Allah da, şifasını verdi. Daha sonra hükümdarın yanına gelerek, eskiden oturduğu gibi oturdu. Hükümdar, ona: - Senin gözünü kim iade etti? diye sordu. Adam: - Rabbim! cevabını verdi. Hükümdar: - Senin, benden başka Rabbin var mı? dedi. Adam: - Benim Rabbim de, senin Rabbin de Allah’dır, cevabını verdi.Bunun üzerine hükümdar, onu yakalattı ve işkence yapmaya başladı. Nihayet o adam, çocuğun yerini söyledi. Çocuğu da getirdiler. Hükümdar, ona:- Ey oğlum, sihrin, körleri ve abraşları düzeltecek ve şöyle şöyle yapacağın dereceyi bulmuş, dedi. Çocuk: - Ben, hiç kimseyi düzeltemem. Şifayı veren ancak Allah’dır! dedi.Bunun üzerine hükümdar, onu da yakalattı . Ona, işkence yapmaya başladı. Nihayet çocuk, rahibin yerini söyledi. Rahibi de getirdiler. Kendisine: - Dininden dön ! denildi. O, razı olmadı. Derken hükümdar, bir testere istedi ve onu, başının ortasına koyarak yardı. Hatta iki parçası yere düştü. Sonra çocuk getirildi. Ona da: - Dininden dön! denildi. Fakat o da, kabul etmedi. Bunun üzerine çocuğu, maiyyetinden bazı kimselere vererek: - Bunu, falan dağa götürün. Dağın üzerine çıkarın. Zirvesine ulaştığınızda, dininden dönerse ne ala! Dönmezse, aşağıya atın, dedi. Çocuğu götürdüler ve dağa çıkardılar. Çocuk: - Allah’ım, bunlar hakkında bana dilediğin şeyle kifâyet et! dedi. Bunun üzerine dağ, onları salladı ve düştüler. Derken yürüyerek hükümdara geldi. Hükümdar, ona: - Arkadaşların sana ne yaptı? diye sordu. Çocuk: - Onlar hakkında Allah, bana kâfi geldi, dedi. Hükümdar onu, yine mahiyetinde birkaç kişiye vererek: - Bunu, götürün! Bir gemiye yükleyerek denizin ortasına varın. Eğer dininden dönerse ne âlâ! Aksi takdirde denize atın! dedi.Çocuğu, götürdüler. O, yine: - Allah’ım, bunlar hakkında bana, dilediğin şeyle kifâyet et! diye dua etti. Hemen gemileri alabora olarak boğuldular. Çocuk, yine yürüyerek hükümdara geldi. Hükümdar, ona: - Arkadaşların sana ne yaptı? diye sordu. Çocuk: - Onlar hakkında Allah, bana kâfi geldi, dedi.Ve hükümdara şunu söyledi:-Sana emredeceğim şeyi yapmadıkça, sen beni öldüremezsin! Hükümdar:- Nedir o? diye sordu.Çocuk: -Halkı bir yere topla ve beni bir ağaca as. Sonra torbamdan bir ok al! Bu oku, yayın ortasına koy! Sonra: “Bu çocuğun Rabbi olan Allah’ın ismiyle” diyerek bana at! Bunu yaparsan, beni öldürürsün, dedi. Hükümdar, hemen halkı bir yere topladı ve onu, bir ağaca astı. Sonra torbasından bir ok aldı ve oku, yayın ortasına koydu. Sonra: - Bu çocuğun Rabbi olan Allah’ın ismiyle, diyerek çocuğa attı. Ok, çocuğun şakağına isabet etti. Çocuk, elini şakağına, okun vurduğu yere koydu ve öldü.Bunun üzerine halk: - Çocuğun Rabbine iman ettik! Çocuğun Rabbine iman ettik ! Çocuğun Rabbine iman ettik! dediler. Hemen hükümdara gidilerek: - Ne buyurursun?! Vallahi, korktuğun başına geldi. Halk iman etti, denildi. Bunun üzerine hükümdar, yolların başlarına hendekler kazılmasını emretti. Hendekler kazıldı ve içlerinde ateşler de yakıldı. - Kim dininden dönmezse, onu buraya atın! dedi. Bunu da yaptılar. Nihayet beraberinde çocuğu olan bir kadın geldi. Kadın, oraya düşmekten çekindi. Bunun üzerine çocuğu, ona: - Ey anneciğim, sabret! Çünkü sen, hak üzeresin! dedi. (Sünen-i Tirmizî, Kitabu Tefsiri’l-Kur’ân, B. 75, Hds. 3560.)
İbn İshak (rh.a.) dedi ki: Bana, Abdullah b. Ebibekir b. Muhammed b. Amr b. Hazm haber verdi ki: Ona, şu haber verilmiştir :Necran halkından bir adam, Ömer b. el-Hattab (r.a.)’ın zamanında bir hacetinden dolayı Necran’ın harabelerinden bir harebeyi kazdı. Bunun üzerine (hükümdarın öldürdüğü çocuk) Abdullah b. Samir’i, örtülü bir çukurda oturup elini, başındaki bir darbe üzerine koymuş ve eliyle yarayı tutar olduğu halde buldular. Eli, başından geri çekildiği zaman kan aktı. Serbest bırakıldığında o darbenin üzerine geri çevrildi ve kanını durdurdu. Onun elinde ise, içinde: “Rabbim Allah’dır.” yazılı bir yüzük vardı. Bunun üzerine onun hakkında, Ömer b. el-Hattab’a mektub yazıldı ki, onun durumundan haber alınsın. Ömer (r a.) da onlara şöyle yazdı:- Onu, hâli üzere bıraksınlar ve onun üzerine defin olunduğu şeyi geri koysunlar. Onlar da, aynen öyle yaptılar.” (İbn Hişam, , c.1, Sh. 71. Muhammed İbn İshak, Siyer, Çev. Sezaî Özel, İst. 1991, Sh. 117.)
Rabbimiz Allah Teâlâ şöyle buyurur :“Sakın, Allah yolunda öldürülenlere ‘ölüler’ demeyin. Hayır, onlar diridirler. Fakat siz, bunun şuurunda değilsi­niz.” ( Bakara, 2/ 154 )
Ashabu’l-Uhdud olayı ; bizlerden önce iman etmiş olan Müslüman kardeşlerimizin başına gelen ağır imtihanı , onlardan ders ve ibret alıp dirençli olunmasını , dün de bugün de zalime direnenlere saygı göstermek gerektiğini öğretir…
E.Ahmet HATİP

Hiç yorum yok: