18 Ekim 2007 Perşembe

HADDİ AŞMAK

Birkaç sene önce çok sevdiğim Kahramanmaraş’a bir taziye için gitmiştim. Her gidişimde de Sütçü İmam ve Rıdvan Hoca‘nın mezarlarını ziyaret etmeye gayret ederdim.O günde kısmet oldu.Taziyeden önce kısa bir şehir turu atmak istedim ama ne gezer? Şehrin en büyük bulvarlarından birindeydim. Başını kaldırabilene aşk olsun. Maraş’ta mısınız yoksa Paris’in bilmem hangi bulvarında mısınız bilene aşk olsun. Sanki kumaş kıtlığı var. Vazgeçip taziye evine gittim. Taziyeye gelenlerle tanıştık. Genellikle yüksek okul mezunu kişilerdi. Öğretmenler de çoğunluktaydı. Taziyenin amacının ; ölümü hatırlamak , ölene rahmet okuyup yakınlarına sabrı tavsiye etmek olduğu unutulmuş sendika ve benzeri siyasi konuşmalar yapılıyordu. Karşılıklı klişe cümlelerle konuşmalarından sonra benim gibi başka bir şehirden misafir gelmiş yaşlı bir amcaya “ Kahramanmaraş’ı bu sefer nasıl buldunuz, hızlı bir gelişme var değil mi?” sorularıyla hem konuyu değiştirmek biraz da misafirlerle ilgilenmek ihtiyacını duymuşları. Yaşlıca amca kendilerine “Yurdun her karışı gibi bu şehri de çok sevdiğini sadece bir şeyi anlayamadığını” söyledi. Ve devamla “Kahramanmaraş’ın tarihini okuduğunu / incelediğini , ‘Sütçü İmam’ın (Rha) Uzunoluk Hamamı’ndan çıkan hanımların çarşaflarını açmak isteyen Fransız askerlerine , daha sonra da bütün Kahramanmaraşlıların Fransız işgalcilerine ve onların yardakçısı yerli Ermenilere hadlerini bildirmesini’ bir çok defa gazilerden dinlediğini ,dinledikleriyle sokaktaki manzarayı mukayese edemediğini , cevap vermeleri yerine bunu salim bir kafayla ‘ Ne oldu bize ?’ diye düşünmemiz gerektiğini”söyledi. Hangi farklı düşünceden olursa olsun bu toprakların insanları olan hepimiz üzüntüyle konuyu tefekkür ettik. İkramlardan sonra müsaade isteyip memleketimize geldik gelmesine de , o ihtiyarın sözleri hiç aklımda çıkmadı... Ertesi yıl bir iş seyahati için daha önce göremediğim Antalya kentine bir günlük seyahat maceram olmuştu..İkindi namazını kıldığım camiinin imamına “ Tufandan korktuğumu bu şehirden bir an önce uzaklaşacağımı “ söylediğimde deli olduğumu zannederek şüpheyle arkamdan bakmıştı. Bilmem sizler de bulunduğunuz şehirde rahatça dolaşabiliyor musunuz? Ya da şöyle gönül rahatlığıyla çoluk çocuğunuzla bir televizyon programını hatta reklamlarını seyredebiliyor musunuz ? Topluluklarda gıybet eksenli malayani konuşmaların dışında bir şey bulabiliyor musunuz? ...........
Tuğyan haddi aşmak , Yaratıcı’ya isyan etmek vb anlamları içerir. Bir memlekette Allah’a isyan ve tuğyan ayyuka çıkmışsa orada tufan kaçınılmaz olur. Hele oradakiler Allah’ı tanıdıktan sonra tanımazlıktan geliyorlarsa. Her yerin tuğyanı farklı olabileceği gibi, tufanı da farklı olabilir. Siyasal tuğyanın tufanı da siyasal ,sosyal tuğyanın tufanı da sosyal , ekonomik tuğyanın tufanı da ekonomik , ahlaki tuğyanın tufanı da ahlaki olacaktır. Tabi ki tufan ihtimali olan her yerin Nuh’u, Nuhları da olmalıdır. Bir memleket düşünün ki tuğyanı var Nuh’u yoksa, zaman gelir orada tufan kopar fakat bu kez de gemisi olmaz. O Nuhların görevi tuğyana karşı direnip , tuğyan sahiplerini tufanla korkutup uyarmaktır. Onlara peygamberlerin mesajlarını ulaştırmalıdırlar Tuğyanın artması tufanın yakınlığının işaretidir.Nuh’un mesajını ulaştıranların görevleri karanın ortasında gemi yapmayı sürdürmektir. Deli olduğunuzu söyleyecekler , bir doğru sen mi kaldın ? diyecekler,alay edeceklerdir. “Nuh gemiyi yapmaya başladı; fakat kavminin ileri gelenleri onun yanından onunla alay etmeden geçmezlerdi; o da onlara “Siz bizimle alay ediyorsanız, unutmayın ki sizin alay ettiğiniz gibi, biz de sizin (şu halinizi) gülünç buluyoruz.” derdi.” (Hûd, 38) Parasını faiz pisliğine bulaştırmadığı için ahmak olarak görülen varlıklı Müslümanlar… Hayatında harama uçkur çözmediği için gülünenler… Bal tuttuğu halde Allah korkusundan parmağını dahi yalamayanlar… Bir yolunu bulup paravan şirketler kurarak köşeyi dönecekleri yerde oturup da haram tek kuruşun yüzüne dahi bakmayanlar…Bunların hepsi Nuh’un neslidir.
Pompeii’yi duymuşsunuzdur sanırım . Pompei’nin yok oluşu Kur’ân’da anlatılan helâk olaylarına aynen benzer. Çünkü, Kur’ân’da helâk olayları anlatılırken ‘birden yok olma’ üzerinde durulur. Yasin sûresinde anlatılan ‘şehir halkı ’ bir anda topluca ölmüşlerdir. Sûrenin 29. âyetinde bu durum şöyle anlatılır: “(Onlara) yalnızca bir tek çığlık (yetti); ânında sönüverdiler.” (Yasin, 36:29) Kamer sûresinin 31. âyeti ise, Semûd kavminin helâkini anlatırken yine ‘ ânında yok olma ’ olayına dikkat çekmektedir: “ Çünkü Biz onların üzerine bir tek çığlık gönderdik. Böylece onlar, ağıldaki çalı-çırpı olan kuru ot gibi oluverdiler.” (Kamer, 54:31) İşte bu Pompei halkının ölümü de, âyetlerde anlatıldığı şekilde, ‘ânında yok olma’ tarzında gerçekleşmişti. Bu bakımdan, bu şehrin akıbetinden, o şehirde işlenmiş isyankâr fiillere yeltenen her şehrin ve her toplumun alacağı ders muhakkak bulunuyor. “Bize dokunmaz” diye düşünenler ,“Yeryüzünde dolaşın!” âyetinden ders almalılar. Tarihte yaşanan ve yapılan kazılarla yok olduğu ânı anlatan Pompei olayı, basit bir yanardağ püskürmesi değildir. Felâketin sebebi olan Vezüv yanardağı, Napoli kentinin sembolüdür. Yaklaşık iki bin yıldan beri suskun olan “İbret Dağı “diye adlandırılan Vezüv’ün doğu yamacında Pompeii kenti vardır.. Bu batık kent iki bin yıl öncesindeki Roma medeniyeti hakkında bize önemli bilgiler vermektedir. Genel bir kaynaktan yeraltı boru hatlarıyla evlere kadar taşınan suları, harika bahçe ve çevre düzenlemeleri ile Pompei , felâketin olduğu M.S. 79 yılına kadar güzel bir şehirdi. Yirmi bin insan barındıran bu şehirde, zamanın en ileri teknolojisi kullanılıyordu. Pompei, özel bir balık sosu ve rengârenk bahçeli villalarıyla da ünlüydü.Ancak, esas ünü son derece çirkin bir fiil olan eşcinsellik ve fuhşun yaygınlığından geliyordu. Ne olduğunu bile anlamadan bu fiil üzerinde ölüp kızgın küllerin altında taşlaşmış cesetler o kadar çok ki. Çocukların bile bu rezalete karıştırıldığını belgeleyen birçok ceset bulunmuş kazı alanında.Yaklaşık iki bin yıl önce, M.S. 79’da yaşanan lav ve kül felâketi, bu kentin insanlarını o kadar âni bir biçimde yakalamış ki sanki zaman donmuş her şey o günden bugüne olduğu gibi kalmış. Pompei’yi M.S. 79 yılının bir öğle vakti yoğun bir duman ve kül yağmurunun ardından, Vezüv’ün lavları bir anda haritadan silmiş. Kentin günlük yaşantısı içinde, Vezüv’ün korkunç patlamasına rağmen, kimsenin kaçamamış ve felâketin farkına bile varamamış olması ilginç bir görüntüdür. Yemek yiyen bir aile, o andaki gibi aynen taşlaşmış. Uygunsuz halde, sayısız taşlaşmış çift bulunmuş. Daha da önemlisi, bu çiftler arasında, aynı cinsten olanlar, küçük erkek ve kız çocuklarla olanlar da varmış . Pompei kalıntılarından çıkarılan taşlaşmış insan cesetleri arasında, yüzleri hiç bozulmadan kalmış olanlar varmış. Genel yüz ifadeleri ise , şaşkınlıkmış.
Kur’an-ı Kerim’de anlatılan olayların ,eskilerin hikayeleri olmadığına bir kere daha iman ettim.

Hiç yorum yok: