18 Ekim 2007 Perşembe

FİLİSTİNDE İKİ ÇOCUK

KASIM-2005
Müslümanların başına bela olmuş İsrail devletinin işgal ettiği Filistin’de her türlü zalimliği kendisine mübah görerek yaptığı katillikler yıllardır hiç durmadı. Tabi oradaki Filistinli kardeşlerimizin yiğit direnişleri de…
Aşağıya iki Filistinli çocuk şehidin çocuk katillerine karşı direniş öykülerini aldım.Bu iki öykü dünyanın öbür ucunda ayağına diken batan müslümanın acısını yüreğinde hissetmesi kardeşliği istenen bizlerin , katılaşan kalbimizi yumuşatır mı bilmem. Onlar için tasalanalım, dualarımıza oradaki kardeşlerimize de katalım.
Adı Faris Udah. Filistinli. İlk fotoğrafı çekildiğinde henüz 13 yaşındaydı. Gazze Şeridi'ndeki Karni köyünde yaşıyordu. İsrail tankları ve askerleri köyünden hiç eksik olmuyordu. Okula dünyadaki diğer çocuklar gibi rahat rahat gidip gelemiyordu. 29 Ekim 2000'de AP muhabiri Laurent Rebours'un yolu Karni köyüne düştüğünde Filistinli Faris, İsrail tankına taş atıyordu. O taş attıkça, tankın namlusu onu izliyordu. Muhabir deklanşöre bastı ve o anı ölümsüzleştirdi. O günlerde çocuğun ismi belli değildi. İsimsiz bir kahramandı. Fotoğrafı dünya medyasında bol bol yer aldı. Filistin halkı için fotoğraf, direnişin sembolü haline geldi. Arafat 'Bu çocuk benden bile iyi. 55 yıllık mücadelem onun cesareti yanında sönük kalır' dedi. 'Tanka karşı çocuğun' fotoğrafları poster oldu. Sembolleşmesi ise şehadetine sebep oldu. İsrail, Filistin halkının moral kaynağı olan fotoğraftaki çocuğun kimliğini hızla belirledi. Bir hafta sonra 8 Kasım 2000'de küçük Faris Udah, amcaoğlu Sayed Udah ve arkadaşı Wayil Emad ile birlikte evinin yakınındaki meydanda İsrail askerleri tarafından vurularak öldürüldüler.
İkinci mücahid çocuğumuzu Amerikalı gazeteci Keti’nin yaşadığı bir öyküden tanıyoruz. İsrail askerlerine karşı tüm öfke ve kinlerini yalnız ve yalnız minik avuçlarında gizledikleri taşları fırlatarak gösteren Filistinli çocukları gören Amerikalı gazeteci Keti'nin yaşadıkları Filistinli Cihad er-Recbi'nin tarafından ‘Direniş Öyküleri’ adlı kitabında kaleme alınmış. Keti'nin öyküsü şöyle:
"Yiğitlik hayallerini arayan bir çocuk, askerlerden birine yanaştı ve elindeki küçük taşı fırlattı üzerine. Gözleri parlıyordu çocuğun. Korkuya yer yoktu gözünün kıvrımlarında. Asker, çocuktan intikamını almak istediyse de çocuğun tezcanlılığı, askeri, kanını dökme ve nazenin kemiklerini kırma zevkinden mahrum bırakmıştı. Keti küçüğün bu cesur görüntüsünü kamerasına almış; vücudunu kurtarabilmesine de sevinmişti. Artık kafa derisini sadece Kızılderililer'in yüzmediğini anlıyordu Keti... Keti direnişçi çocuklara yetişip kendisini şaşkın bir şekilde izleyen çocuğun gözlerine baktı. Yavaşça yanına yaklaştı. Bir an olsun korkak veya tedirgin olduğunu hissetmemişti bile. Kana ve toz-toprağa bulanmış o küçük ellerinden tuttu ve bir öpücük kondurdu alnına... Küçük direnişçinin huzurunda ne kadar zayıf kaldığını hissettiren bir öpücüktü bu. Daima taktığı ve sahip olduğu en değerli şeyi olduğuna inandığı gerdanlığını çıkarıp küçüğün boynuna astı ve hüzünle baktı ona. Çocuk da, kendini Keti'nin gözlerinden kaçırdı, yere doğru eğildi, küçük bir taş alıp ona verdi. Onun da en değerli hediyesi buydu işte! Bu Batılı gazetecinin ne yapmak istediğini anlayamamıştı belki ama kendisine kırık taşların çokça bulunduğu mekanları gösteren annesinden çok farklı olmadığını hissetmişti. Keti taşı tuttu ve uzunca inceledi. Sonra elindeki değerli hediye ile tek başına uzaklaştı oradan. Çocuk gözleriyle onu izledi ve ardından o da taşlarına ve kanını arayan askerlere döndü. Öylece bakakaldı küçüğe, sanki gözlerinde saklamak ister gibiydi. Ok gibi koştu küçük. Küçük taşını attı ve diğer arkadaşları gibi Keti'nin anlayamadığı kelimelerle bağırdı. Anlayamıyordu ama, bu kelimelerin, onların gözlerinde ve ellerinde devrimler yaratan kelimelerin ta kendisi olduğunu biliyordu. Küçük "Allahu Ekber, Allahu Ekber" diye bağırırken, askerlerden biri zırhlı aracıyla üzerine doğru yürüyordu. Kaçmaya çalıştı, küçük, annesinin kucağını bulmaya çalıştı... Deli gibi koştu Keti. Ve dehşetle bağırdı: "Hayır... hayır... hayır". Fakat çığlıkları hiç kimsenin kulağına ulaşmamıştı. Zırhlı araç o küçük bedeni ezerek, bir türlü gerçekleşmeyen bir hayali gerçekleştirmişti; asker için... Keti kırgın vücudunu yere attı ve kanlara boyanmış cesedi kucaklayıverdi. Gerdanlık hâlâ boynundaydı ve çocuklar gibi gülümsüyordu. Bu bir çocuk yüzü. Niçin kanlara bulanır ki? Bu silahlı insanlara şu küçüğün taşından ne gibi bir tehlike gelirdi ki? Uyandırmaya çalıştı, yumuşacıktı küçük, niçin ölsündü? Mutlaka daha altı yaşını bile doldurmamıştı, niçin ölsündü ha? Keti önce, öfkeyle yere dökülen kanlara, daha sonra da hâlâ o değerli hediyeyi tutan eline baktı, bir an hüzün ve öfkeden aklını yitirmişçesine durdu. İşgal edilmiş topraklardaki çocukların taşıdığı o güçle bağırdı sonra:"Hayır... hayır... hayır." Ardından, küçüğün hediyesini fırlattı askere doğru. Bağırıyordu Keti, küçüklerle beraber yerden taş alıp askerlere atıyordu. Kocasının kanı ve küçüğün bedeni için intikam almaya başlıyordu artık...
O da artık bir Filistinliydi !
***

Hiç yorum yok: