5 Temmuz 2012 Perşembe

DÜŞÜNMENİN ZAMANI GELMELİ

Tatil fırsatını değerlendirip okunmayı bekleyen kitaplarımın sayısını azaltmaya başladım. Çok kısa tanıtacağım üç kitabı öne almamın özel bir nedeni var. İşaret etmek istediğim şey yazımın sonunda vereceğim rakamlarla ümmetimizin bu günkü içler acısı hali. Geçmişteki hataları genellikle 'İslam'ı Kur'an ve sünneti farklı ve gelenekselleştirerek anlamamızdan, aklımızı kiraya verdiğimizden ve ders almadığımızdan' neredeyse aynı şekilde tekrar ettiğimizi görüyoruz. Son haftalarda Suriye'de gelişen olayları yorumlarken bile bir çoğumuz ya ilgisiz ya da taassupla davranıyoruz. Tarih boyunca "Kerbela" ağıtı yakanların şimdi Fars diplomasisinin sonucu çağdaş Yezid'in saflarında olmaları ne kadar ders verici değil mi? On beş gün kadar önce Ceylanpınar'da ki Suriyeli mültecilerin kampını ziyaret ettik. Binlerce Müslümanın içler acısı halini görüp de duygulanmamak elde değil. Urfalı STK' ların komşuları ve akrabaları bu muhacirlere nasıl yardım edeceklerini toplanıp konuşmaları gerektiğini düşünüyorum. *** Ahmet Yaşar Ocak " Osmanlı Sufiliğine Bakışlar" kitabında yer alan makaleleriyle Osmanlı dönemindeki tasavvufî figürlere ve sufî zümrelere değiniyor. 16. yüzyılda Osmanlı merkezî yönetimiyle ciddî ideolojik problemler yaşayan Melâmî hareketinin temsilcilerinden Bünyamin-i Ayâşî ve İsmail Ma'şukî gibi isimler, Fuat Köprülü'nün Ahmed-i Yesevî ve Yesevîlik'le ilgili çalışmaları, Türkiye tarihinde siyasal iktidar ve sufi çevre ilişkilerini değerlendiren makaleler de var. Osmanlı'da Sufi Çevreler, Kalenderiler ve Kalenderi Dervişler, Bektaşilik, Bayramî Melamîleri gibi konularla birlikte Zaviyeler, Evliya Menakıbnamaleri gibi konuları da farklı bir şekilde değerlendiriyor. Selçuklu ve Osmanlı yönetimleri genellikle bu akımlarla iyi ilişkiler geliştirmişler ama Melâmî ve Kalenderi'lerde olduğu gibi farklı sapkın itikadî yorumlarını ve " hem dini hem de dünyevi otorite olduklarını iddia eden mehdici akımlarını" yakın takibe almışlar gerektiğinde ise müdahale etmişler. *** Amerika'da doğan, orada İslam'la tanışan ve şu anda misafir öğretim üyesi olarak Türkiye'de bulunan Muhyiddin Şekûr'un "Gölgeler Koridoru"da bir önceki romanı "Su Üstüne Yazı Yazmak" gibi akıcı bir üslupla yazılmış. Bu çalışmasında da yazar hakikatte hepsi birer hikmete işaret eden hayat derslerine devam etmiş. Furkan Suresi'ndeki "Rabbinin gölgeyi nasıl uzattığını görmedin mi? Eğer dileseydi, onu elbet hareketsiz kılardı" ayetinden mülhem olan Gölgeler Koridoru'nda görünmeyen dünyayı keşfetme tecrübelerini daha ileriye taşımış. Şekûr görünene takılıp kaldığınızda kolayca üzerinden atlanıp geçilebilen sıradan olayların, ötesine nüfuz edildiğinde hakikate uzanan bir nişaneye dönüştüğünü göstermiş. *** Çok yönlü ilmî ve irfanî kişiliği ile çağını aşmış büyük alimlerden olan Hâris el- Muhâsibî'nin "Hakkı Arayanlara Nasihatler" tasavvuf literatürünün önemli eserlerinden biri.Dinde takvanın ve fesadın belirtileri,malın fesadın sebepleri içerisinde önemli bir yere sahip oluşu,kanaat ve tevazu,helal,iktisat ve tutumluluk, cimrilik, uzlet, amellerle övünme, kibirin tedavisi, nefsin iyice arındırılması,aklın ve uzuvların sorumlu olduğu farzlar,kalbin ve uzuvların gözetimi,nefsi emmare,faydalı ilim öğrenmeye niyet,aklın şerefi,Allah'ın razı olduğu ve olmadığı şeyleri yapanlar,kalbin ve bedenin huşusu,nimete şükür,övgünün tehlikeleri,kınanmaya razı olmanın faziletleri,ilmin afetleri,iyilikleri gizli yapma ve şöhretten uzak durma gibi başlıklarla öğütler vermiş Hâris el- Muhâsibî. *** Gelelim vermek istediğim mesaja. Hıristiyan ve Yahudi dünyasının ekonomik gücü ve teşkilatçılıkları şu anda onları daha güçlü kılmaya ve etkin göstermeye yetiyor. İslam dünyası ise bildiğiniz gibi kaderci ve umursamaz durumda. Ortaya çıkan istatistikler ve rakamlar durumun ne kadar dehşet verici olduğunu gösteriyor. Osmanlı'nın yıkılması sonrasında dünyadaki temsil kabiliyetini kaybeden ve kurumsal bütünlüğünü devam ettiremeyen İslam toplulukları, hem siyaseten hem ekonomik yönden buhrana düştüler. Geçmişte İslam'a karşı Haçlı seferlerini devam ettiren batı, yüzyılımızda açık savaşlarla birlikte gizli savaşlarla farklı bir stratejiyi daha ileri bir boyuta taşıdı. Soğuk savaş, ekonomik savaş, psikolojik savaş, teknolojik savaş gibi kavramlar daha ön plana çıktı. Haçlı koalisyonuna, Yahudi koalisyonu da eklendi. Müslümanlara karşı ortak sistematik bir harekat yürütüldü. Dünya üzerindeki tüm İslam ülkelerinde sistematik operasyonlar yürütüldü. Peygamberimiz(as)'ın sünnetlerine önem vermemek, yeni dini liderleri kutsallaştırmak,"birbirini hor görerek" cemaatleşmek ümmeti maddi ve manevi zayıflatmakta batının işlerini de alabildiğine kolaylaştırmaktadır. "Mezhepli" olmakla "mezhepçi" olmak farklı şeylerdir .Bu gün de Müslüman kanının aktığı coğrafyamızda kendini İslam dininin yerine koyan mezhepçilik ve cemaatçilik, sıkıntılarımızın en önemli nedenleridir.Çağımızın sultanları dünya nimetleri uğrunda kolayca teslim olabilmekte batının otoritesi için din kardeşlerini feda edebilmektedir. "1990-2009 yılları arasında İslam dünyasında 34 906 devlet adamı, siyasetçi ve bürokratın tasfiye edildiği ortaya çıkıyor. Aynı dönemde yaklaşık 2 400 cemaat önderinin, 127 000 civarında işadamının çeşitli şekillerde katledildiği anlaşılıyor. Yine aynı dönemde İslam ülkelerinde 23 000 büyük şirketin de batırıldığı belirtiliyor. Diğer yandan ortaya çıkan rakamlar, 1979'da Sovyet Rusya'nın Afganistan'a girmesiyle başlayıp Ekim 2010'a kadar geçen zamanda İslam dünyasında 11 milyon Müslüman'ın çeşitli savaşlarda ve çatışmalarda öldürüldüğünü ve 60 milyon Müslüman'ın ise sakat bırakıldığını gösteriyor. Başka bir açıdan Türkiye ölçeğine baktığımızda on yılda bir, büyük her 100 zenginin % 80'i el değiştiriyor ve hayat onlar için acı ve drama dönüşüyor. Ülkemizde 1980'den sonraki dönemde neredeyse hiç bir devlet adamının kendileri ve nesillerinin rahat ve huzur içinde yaşayamadıkları görülüyor." Tüm bunlar bizim iyi düşünmemizi aklımızı başımıza almamızı, milli birlik beraberlik duygularımızı çok daha fazla geliştirmemizi, gayret etme zamanında olmamızı gerektiriyor. Batı ve Hıristiyan dünyası yenilmez de değil ilah da değil. Belki de yüz yılda bir gelen şansımızı kaybetmememiz lazım. Türkiye'mizin bölgesel lider olma yolundaki adımlarına Müslümanlar olarak birlik beraberlik duygularımızla daha çok destek vermeliyiz.