13 Aralık 2011 Salı

TARİHLE ÖZELEŞTİRİ ZAMANI

Dersim konusundaki gelişmeler birçoğunun kafa konforunu bozdu. Devletin halkın hizmetine girdiği demokratikleşme süreci ilerledikçe statükonun ipliği pazara çıkıyor.

Dönemin bir numaralı sorumlusu İnönü’nün CHP’si ve şimdiki Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun statükodan yana oldukları ve bildik klişe tutumlarına devam ettikleri görülüyor.. Halbuki Kemal Kılıçdaroğlu’da Dersim’lidir ve Demirel Hükümetinin Dışişleri Bakanlarından İ.Sabri Çağlayangil’den ‘mağaralara saklananlara zehirli gaz kullanıldığını, yediden yetmişe Dersimlilerin nasıl zehirlendiğini veya kesildiğini’ bizzat dinlemiştir.

1931 yılında Genelkurmay Başkanı Fevzi Çakmak’ın hükümete verdiği raporda; Dersimin cahil olduğunu, zorunlu iskân uygulamak gerektiğini, bölgenin üst düzeydeki memurlarına koloni yönetimindeki yetkiler verilmesi gerektiği, yerli memurların hepsinin bölgeden çıkarılmasını ve silahlı kuvvetlerin müdahalesinin bölge halkına tesir edeceğini yazmıştır.

1932’nin İçişleri Bakanı Şükrü Kaya hükümete verdiği bilgide; Dersimin kuzeyinde yaşayanların batıya göç ettirilmeleri gerektiğini, yapılacak askeri harekâttan önce halktaki silahların toplanmasını, yerli memurlara güvenilmemesini ve askeri uçuş eğitimlerinin Dersim üzerinde yapılmasını belirtmişti.

Yine o yıllarda genç bir hava subayı olan Hava Kuvvetleri eski komutanlarından 12 Martçı Muhsin Batur anılarında özel görev aldığı harekât günlerini anlatmaktan kaçındığını söylemektedir.

Harekâtın sonunda 6000 kız,2000 erkek çocuk başka ailelere verilmiş, Cumhuriyet’e uyumlu/uygun bir şekilde “özel” yetiştirilmişlerdir.

1930’larda başlayan hazırlıkların sonucunda 1937-1938 yıllarında yapılan kıyım/katliam, Dersimlilerin deyimiyle “tertele”, 1934’te bölge halkının silahlarını toplayan devletin kıyımdan sonraki açıklamalarına göre yöre halkının isyanının sonucuydu.

Anlıyoruz ki ‘nazi’ özentisi içinde olan dönemin statükosu bu olayları bilinçli bir proje olarak gerçekleştirmiştir. Bu ‘bilinçli proje’ sonuçlarından biri de yörede yaşayan Alevilerin statükonun en başta gelen taraftarları olmalarıdır. Yani Aleviler bir şekilde ‘Stockholm Sendromuna’ bulaşmışlardır.

Tarihin o dönemini benzeri bir proje olan 28 Şubat süreci ile ilişkilendirebiliriz. 1980’lerden sonra gerçekleştirilen 17 bin 800 faili meçhulün neredeyse dörtte biri bu süreçte gerçekleştirilmiştir. Bunların hepsi dindar insanlardı. Yine bu dönemde 48 bin aile fişlenmişti. Eğer AK Parti hükümetleri ve ‘değişim süreci’ başlamamış olsa idi belki de kırım devam edecek ve 20-30 sene sonra ‘1993/1997 arasında bir İslamcı isyanı vardı’ diye resmi tarihlerine yazacaklardı.

Başbakanımız Recep Tayyip Erdoğan’ın “Dersim Katliamı” konusunda özür dilemesi Yeni Türkiye’nin ölçülerini ortaya koymuştur.

“Devlet artık millete hizmet için vardır.” devletin artık amentüsüdür. Cumhurbaşkanımız Abdullah Gül bile gerekirse Meclise gelip devlet adına bu konuda özür dilemelidir.

Dersim ile ilgili bütün gerçekler olduğu gibi arşivlerden açıklanmalı, insan hakları ihlallerinin tekrarlanmaması için Yeni Anayasa’da gereken önlemler alınmalıdır. Bütün faili meçhuller sorgulanmalıdır.

İnanıyoruz ki Demokratik Değişim süreci ile Anadolu’muz da “kendi halkıyla barışık; halkının hizmetinde, halkı için var olan bir devlet; Orta Doğu’da, Orta Asya’da ve bölgesinde lider ve tam bağımsız bir ülke olma yolunda “ azimle yürünmeye devam edilecektir.