20 Kasım 2008 Perşembe

GÜNDEME DAİR

E-posta adresime gelen soruları mümkün olduğunca aynı yolla cevaplamaya çalışıyorum. Soruların konusu genelleşince biraz daha genişçe bir şekilde sizlerle de paylaşmak istedim. Kardeşlerimizin yoğunlaştığı sorular genellikle AKP’ye neler olduğu ve yurt içinde olup bitenlerin analizi ile ilgili.
AKP’nin ilk probleminin ülkemizdeki geleneksel parti yapılanmasından kaynaklandığını düşünüyorum. Bu konuda yazdığım “STK PARTİLER VE KADRO “ konulu çalışmamda siyasi partilerimizin “Yüceltilmiş, efsaneleştirilmiş veya kahramanlaştırılmış liderler etrafında oluşturulmuş olduğunu, bu oluşumun kendini sağda veya solda olarak tanımlayan bütün partilerde değişmediğini bu yüzden lider partisi olmaktan ileriye gidilemediğini, bizde kurulan veya oluşturulan siyasi partilerin kurumsal yapıya yeterince sahip olamadan yaşamaya başladığını, Türkiye’mizde siyaset yapanların kadro hareketi olarak değil de, lider vizyonu ve misyonu ile genellikle vitrinde siyaset yapabildiğini, onların devlet yönetimini güçlü kılacak, plan ve programlarını halka anlatarak kamuoyu oluşturacak bir taban inşaları ve fizibilite yapan, partiyi düşünceleri ile besleyen merkezlerini de oluşturamadıklarını ve bu durumun hem partilerini zayıflattığını hem de otoriter devlet yapısını ve karanlık yapılanmaları güçlendirdiğini; dolayısıyla son iki yıldır hükümette yaşanan sıkıntıların kökeninde en çok bu sorunların olduğunu” anlatmıştık.
Bu artık ‘gelenekselleşmiş’ sorundan kurtulabilmenin çaresini de “Bütün siyasi hareketlerin bundan böyle düşünce kuruluşlarını ve toplum mühendisliği yapan birimlerini oluşturacak, onları kamuoyu ve kamu kuruluşları ile buluşturacak, tanıtacak ve programlarını ortaya koyacak güçlü kadrolarını oluşturmaları gerektiğini ve hemen ardından bugüne kadar süregelen lider vizyonu ve onun kahramanlaşmasını sağlayan efsanelerle hareket etme ve siyasi biçimlendirme devrinin bitirilmesiyle birlikte artık kadro hareketlerinin ön plana çıkarılmasının gerekli olduğu” şeklinde belirtmiştim.
Buradan yola çıkarak Başbakan Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın özellikle son iki yıldan beri izlediği yolun, kendisine ve partisine puan kaybettirdiği gibi ülkemizdeki demokratikleşme sürecini de dondurduğunu üzülerek söyleyebilirim.
Kendisine oy veren seçmenlerinin, istediklerinin tam aksine hareket etmesi bir parti için sonun başlangıcıdır.
Seçmeninin iç politikada çözümünü istediği konular; en başta Müslümanların ve Kürtlerin demokratik haklarının verilmesini kapsayan bir dizi reformların yapılmasıydı. Bunun için “Sivil Anayasa” çalışmaları yapılmıştı. Ama yanlış zamanda ve mekânda yaptığı başörtüsü açıklamalarıyla hepimizce bilinen süreç başlatıldı ve sonunda da sivil anayasa çalışmaları rafa kaldırıldı, tabi bütün reformlarda birlikte. Bu reformlar yargıda, orduda ve kamu yönetiminde yapılabilecek idari-sosyal-siyasi-ekonomik değişiklikleri kapsayacak, ülkemizdeki demokratik süreci hızlandırarak özlediğimiz devlet-millet bütünleşmesini pekiştirerek iç huzuru sağlayacaktı.
Ayrıca gelinen bu son durum “Ergenekon Davası”nın arka plana atılmasına da sebep olmuştur. Anadolu insanına bildik bileli zulmeden ve kanını döken bu kanlı terör örgütünün yargılanmasında çekingen davranılarak neredeyse gözlemci statüsüne düşülmüş ve gelinen ortamda asrın en önemli davası arka planda kalmıştır. Hele hele gerek Sayın Başbakanın gerekse onun bazı bakan ve milletvekillerinin gerilim isteyen çevreleri muhatap alarak; halkımızın beklemediği açıklamaları Anadolu insanı tarafından “Her kemalin bir zevali vardır” şeklinde yorumlanmaya başlanmıştır.
Anadolu insanı zamanı geldiğinde, bütün ezilenlere ümit verecek kadrolarla yeni bir hareket oluşturmasını pekâlâ bilecektir. İç politikada barış ve kardeşlik oluşturacak reformları yapacak; dış politikada da ABD’den ‘tamamen’ bağımsız hareket edebilecek, Ortadoğu ve Ortaasya’da örnek ve lider olacak stratejik projelere inanan bir hareket için kadrolar elbette oluşacaktır. Anadolu bu insan zenginliğine sahiptir.
……………………….
Başta kendini 68 veya 78 kuşağı olarak tanımlayanlar olmak üzere bütün halkımız, geçmişte ABD tarafından hazırlanan senaryolara nasıl figüranlık yapıldığını, ülkemizde nasıl psikolojik ortam hazırlandığını yaşayarak gördük. Bu senaryoların başrol oyuncularının 27 Mayıs’larını,12 Mart’larını,12 Eylül’lerini,28 Şubat’larını, Anadolu çocukları canlarıyla ve kanlarıyla bedel vererek yaşadılar.
Bundan ders alarak; Türkiye’nin gündeminin ve ortamının yeniden bildik kaynaklarca şekillendirildiğini artık hepimiz görmeli, düşünce ve söylemlerimizi bunu dikkate alarak oluşturmalıyız. Bendeniz yurdumuzda bütün bu olup bitenleri halkımıza uygulanan ‘psikolojik savaş’ın sonucu olarak anlıyorum. Yani, hükümettekilerin statükoyu memnun edecek yeni söylemler ve eylemler geliştirmelerini; doğuda ve batıda kürtçü/türkçü ulusalcı sokak eylemlerinin ve gösterilerin aniden artmasını; Ergenekon uzantısı olduğu artık açıkça belli olan örgütün karakol baskınlarıyla çok sayıda askerimizi ve polisimizi şehit etmelerini ve bu baskınların farklı şekillerde yorumlanır olmasını ve bu anlamda basın-asker tartışmalarını; küresel krizin Türkiye’yi şu kadar zaman sonra etkileyeceğini gazete ve televizyonlarında, haberlerinde hatta dizi filmlerinde bile sürekli ama sürekli vurgulayarak kamuoyunun ve piyasanın etkilenmesinin/gerilmesinin sağlanmasını ve hemen ardından IMF’ye hiçbir şekilde ihtiyaç olmadığı bütün ekonomistlerce bilinirken ve söylenirken birden bire fikir değiştirip statüko yanlısı işadamlarının talebi doğrultusunda söylemler geliştirilmesini kendiliğinden oluşan olaylar olmadığını düşünüyorum.
Peygamberimizin (as) “Müslüman aynı yılan deliğinden iki kere ısırılmaz” uyarısını dikkate alacak olan halkımızın, yine her zaman olduğu gibi ABD’nin talepleri doğrultusunda hazırlanan bu dekora/sahneye figüran olmayacak ferasete sahip olacağına inanıyorum.
***
E.Ahmet HATİP
hatipce@gmail.com