30 Ekim 2008 Perşembe

STK - PARTİLER VE KADRO ÜZERİNE

Anayasa Hukukuna göre, bir toplum içinde siyasi faaliyetlerde bulunan kuruluşlar sadece siyasi partiler değildir. Bugünkü demokrasilerde devleti sevk ve idare eden siyasi partileri ve siyasileri, onların oluşturduğu hükümetleri etkilemek ve baskı grupları oluşturmak için kurulan bir sürü sivil toplum örgütleri vardır. Bu sivil toplum örgütleri zaman zaman siyasi hayatı derinden etkiler ve yönetirler.

Siyasi partiler ile dışardan onları etki altına almak isteyen sivil toplum kuruluşları arasındaki en önemli fark hükümet olma veya olabilme sonucundan kaynaklanır. Siyasi partiler iktidar olup devleti sevk ve idare etmek için gayret ederler. Sivil toplum kuruluşları ise güçlerini siyasi partiler üzerinde baskı unsuru olarak kullanarak onların asli görevlerini daha iyi ve daha sağlıklı yapması için çalışmalar yaparlar. Bazı sivil toplum örgütleri ise var olan ideolojilerini menfaatleri için değiştirdikleri gibi zaman zaman ulusal veya uluslararası karanlık güçlerin elinde oyuncak olmaktan da kurtulamazlar. Bu durum istisna da olsa bazı siyasi partilerde de görülebilir. Son olaylarda ve Ergenekon davasında her iki gruptan da sanık durumunda bulunanlarını gördük.

Özellikle 28 Şubat antidemokratik sürecinde kendine sivil toplum kuruluşu adını veren örgütlerin karanlık iç ve dış odakların figüranlığını nasıl yaptıkları apaçık görülmüştü. Neyse ki iplikleri pazara çıkmıştır bunların. Geçtiğimiz günlerde çocukları sokaklara dökenlerin, onlara taş ve molotof kokteyli attıranların niyetleri de, yaptıkları da, neye hizmet ettikleri de apaçık belli değil midir sanki? Yine son dönemlerde görüldüğü üzere her türlü anti-demokratik safta yer alan, halkın çıkarlarını göz ardı edip statükonun tetikçiliğini yapan, sivil toplumla hiçbir ilgisi olmayan, neredeyse bir çeşit dukalık konumunda olan kuruluşların yeniden tanımlaması yapılmalıdır. Bu anlamda odalar ve barolar gibi kamu kurumu niteliğindeki bu tip meslek kuruluşlarının sivil toplum kuruluşu olarak gösterilmesine son verilmeli; gerçek sivil toplum kuruluşlarının önlerini açacak yasal düzenlemeler yapılmalıdır.

Ülkemizde olan bitenleri analiz ettiğimizde hükümet olmada birçok tıkanmaların yaşandığı ve acil olarak yapılması gereken reformların yapılamadığı görülmektedir. Hükümet cesur reformlara en çok ihtiyaç duyulduğu böylesine önemli bir değişim sürecinde hiç de rahat hareket edememektedir. Bu reformlarla ilgili ilk aklımıza gelenler şunlardır:
a.Yeni ve demokratik bir anayasa en kısa sürede hazırlanarak ülkemiz darbe ürünü anayasadan kurtarılmalıdır.
b.Demokratik anayasaların vazgeçilmezlerinden olan, insan haklarına dayalı, temel hak ve özgürlükleri güvence altına alan, sosyal hukuk devleti ve hukukun üstünlüğünü gerçekleştirmek temel amaç olmalıdır.
c.Yüksek Öğretim Kurulu (YÖK) anayasal bir kurum olmaktan çıkarılarak yeniden yapılandırılmalı ve üniversitelerdeki saltanat kaldırılmalıdır.
ç.Yargı reformu öncelikle gerçekleştirilmelidir. Özellikle Anayasa Mahkemesi yeniden yapılandırılmalı; bu çerçevede Anayasa Mahkemesinin üyelerinin seçiminde yasama, yürütme ve yargı organlarının dengeli katılımı sağlanmalıdır.

AkParti’nin kapatılmamış olması demokratik değişim sürecindeki ülkemizin insanlarını tam olarak rahatlatamamıştır. Çünkü, Anayasa Mahkemesi tarafından çok ciddi bir uyarılmanın /ihtar edilmenin sonucu olarak özürlü bir konuma getirilmiştir. Ak Parti kapatılmamıştır ama şaibeli bir durum ortaya çıkarılmıştır. Hareket etmesi kısıtlanmış, eğreti bir iktidar konumuna getirilmiştir ve devamlı olarak en küçük bir hatada kapatılmanın gerginliğini yaşayacaktır. Bu yüzden önce; hem misyonunu hem de vizyonunu yenilemek zorundadır. Yepyeni bir yapısal değişikliğe giderek güç kazanmalıdır. Köklü yasal değişiklikler, mevcut parlamento tarafından yapılamıyorsa, 2009 yılındaki yerel seçimlerle birlikte milletvekili seçimleri de yapılarak TBMM, yargı vesayetinden kurtarılmalıdır. Halkımız kendinin yargı vesayetinden kurtarılmasını, acilen gerekli olan reformların yapılmasını istemektedir.
…………………
Cumhuriyet tarihimiz boyunca kurulan siyasi partilerin genelde yapısı itibariyle nereden, nasıl ve hangi amaçla kurulduğu belli olmadığı gibi programları bile teşkilatlarından habersiz bir biçimde hazırlanmıştır. Yüceltilmiş, efsaneleştirilmiş veya kahramanlaştırılmış liderler etrafında oluşturulmuşlardır. Bu oluşum kendini sağda veya solda olarak tanımlayan bütün partilerde değişmemiştir. Lider partisi olmaktan ileriye gidilememesi siyasi partilerin yöneticilerinden çok sistemin de göbeğinden bağlı olduğu siyasi, iktisadi, ekonomik ve idari iç ve dış etkenlerin baskısı altında olmaktan kaynaklanmıştır.
Bizde kurulan veya oluşturulan siyasi partiler kurumsal yapıya yeterince sahip olamadan yaşamaya başlamaktadırlar. Türkiye’mizde siyaset yapanlar kadro hareketi olarak değil, lider vizyonu ve misyonu ile siyaset yapabilmişlerdir. Onların devlet yönetimini güçlü kılacak, plan ve programlarını halka anlatarak kamuoyu oluşturacak bir taban inşaları ve fizibilite yapan, partiyi düşünceleri ile besleyen bir merkezleri de olmamıştır. Bu durum hem partileri zayıflatmış hem de otoriter devlet yapısını ve karanlık yapılanmaları güçlendirmiştir. Son iki yıla kadar yaşanan iktidar sıkıntılarının kökeninde en çok bu sorun vardır.

Siyasi hareketler bundan böyle düşünce kuruluşlarını ve toplum mühendisliği yapan birimlerini oluşturmak zorundadırlar. Onları kamuoyu ve kamu kuruluşları ile buluşturacak, tanıtacak ve programlarını ortaya koyacak güçlü kadrolarını oluşturmalıdırlar. Bu güne kadar süregelen lider vizyonu ve onun kahramanlaşmasını sağlayan efsanelerle hareket etme ve siyasi biçimlendirme devri bitirilmelidir. Artık kadro hareketleri ön plana çıkarılmalıdır.

Bu ülkenin geleceğine hazırlanacak siyasi hareketler ve kişiler köklü yapılanmalarını tamamlamadan, plan, proje ve düşünce üretim merkezlerini kurmadan veya arkalarına almadan, her an ve her zaman kamuoyu oluşturmayı beceremeden, devleti ve bürokrasiyi iyi tanımadan, en önemlisi güçlü bir kadro hareketi olarak ortaya çıkmadan adım atarlarsa kesinlikle başarısız olacaklarını bilmelidirler. Ayrıca bilinmelidir ki artık hiçbir siyasi hareket; bütün Anadolu’nun tamamını kucaklamadan, geleceğine umut vermeden, alt yapısını kurduğunu ispatlayamadan, ülke sorunlarının tamamına parmak basacak kadrosunun hazır olduğunu plan ve projeleriyle ortaya koymadan başarı şansını yakalayamazlar.

7 Ekim 2008 Salı

TERÖRÜN KAYNAĞI ERGENEKON’DUR

Aktütün Karakoluna yapılan hain baskın sonucunda 17 evladımızın şehid olması tüm Anadolu insanını üzüntüye boğdu. Cumhurbaşkanımız Sayın Abdullah Gül’ün açıklamalarından alıntılayacağım bir iki cümlenin dikkatinizi çekeceğini sanıyorum: “Bu hain saldırı nasıl yapıldı? Kimler yataklık etti? Böyle bir saldırıya kimler kolaylık sağladı? Bunlar da sonuna kadar takip edilecek ve herkese bunun hesabı sorulacaktır…” Dağlıca baskınından sonrada şuna işaret etmişti Sayın Cumhurbaşkanımız: “Bakınız, teröristler sınırı kolaylıkla geçebiliyor ve aynı karakola beş ay aradan sonra bir kez daha saldırıyorlar. Irak'ın kuzeyinden de yoğun destek veriliyor, teröristlere…” Barakalardan oluşmuş bir ve uluorta bir yere kurulmuş karakolumuzun baskına uğramasından sonra çeşitli değerlendirmeler yapıldı. Bendenizin bu konuda cevabını aradığım sorular ise şunlar:
· Hep istihbarattan bahsediliyor. Güpegündüz (gece olsa da fark etmez ya) 350 eşkıya nasıl karakol yakınlarına kadar gelebildiler? (Anlaşılan o ki ABD’nin de istihbarat falan verdiği yok, verdikleriyle dağı taşı bombalıyoruz. Görülüyor ki onlar anlık istihbaratı saldırganlara veriyorlar.)
· Siyaset yapmaktan sağlam bir betonarme yapı bile oluşturmaya vakit ayıramayanların kulakları çınlasın. Dindar insanlarımızın aldıkları nefesi bile sayanlar acaba teröristleri niye aynı dikkatle göremiyorlar, özeleştiri yapmayı düşünüyorlar mı?
· Saatlerce süren çatışmaya neden takviye birlikler gönderilmedi? Hani uçaklar ve helikopterler?
· Çatışmanın Genelkurmaya duyurulması neden geciktirildi?
· Karakolun merkezle irtibatını kimler geciktirdi?
· Sıkıştıkça suçu K.Irak yönetimine atanlar; bu baskının ‘içerden destek alınmadan’ olabileceğine inanıyorlar mı?
· Bu saldırının asıl kaynağının, pkk’yı da organize Ergenekon olduğu neden göz ardı ediliyor? Terörle mücadele ettiğini söyleyenler Ergenekon örgütü tamamen çökertilmedikçe bu tip olayların bitmeyeceğini, terör olaylarının şu anda taşeronluğunu yapan pkk olmazsa sağcı-solcu-dinci-türkçü-kürtçü-ulusalcı başka başka illegal örgütler tarafından da yaptırılabileceğini bilmiyorlar mı?
· Bu ısmarlama terör eyleminin, Ergenekon teşkilatına yeni önemli operasyonlar yapıldığı, Genelkurmay Başkanımızın Doğu ve Güneydoğumuzda halkla yakınlaşma adına yeni adımlar attığı, Şanlıurfa dahil olmak üzere bölgemizde çok büyük ekonomik yatırımların yapıldığı ve yerel seçimlere az bir zaman kala düzenlenmesi bir tesadüf mü?
· Bu eylemin DTP’nin kapatılma davasının arifesinde yapılması da manidar. Bu partinin kapatılmasını saldırıyı düzenleyenlerin ne kadar çok istedikleri belli değil mi?
· Pkk’nın bu eylemi tek başına yapamayacağı malum. Okyanus ötesi güçlerce pkk’ya ihale edilen bu baskının, aynı okyanus ötesi devletin büyük bir ekonomik buhranla karşı karşıya olduğu sıralarda olması ve bu sıkıntılarının sebebi olarak; BOP projesinin engelleyicisi olarak gördüğü başta Türkiye olmak üzere Pakistan ve İran’ı sorumlu tuttuğu, Pakistan’dan intikamını kaos yaratarak aldığı, Türkiye’den de bu şekilde terörle intikam aldıktan sonra İran’a yöneleceğinin sözünün edildiği sıralarda yapılması da bir tesadüf mü?
· Anadolu’muzda Kürt-Türk çatışmasını isteyenler menfur emellerine hiçbir zaman kavuşamayacaklardır. Kardeşi kardeşe düşman edeceklerini sananlar boşuna uğraşıyorlar. Ama Altınova’da olduğu gibi batıdaki illerimizdeki bazı münferit olaylar ulusalcılarca Kürt-Türk çatışmasıymış gibi gösterilmeye çalışılırken (bu konuda da Ergenekon şakşakçısı kartel basını, gazete ve televizyonlarında canla başla görevlerini yaptılar), doğu illerimizden 17 şehidimizin daha farklı şehirlere gönderilmesi aynı projenin parçası değil midir?
· Bilindiği gibi bugün Irak toprakları ABD işgali altındadır. Yani ABD kendi toprakları olarak görmektedir buraları. Saldırganların bu bölgeden geldiği de ortada. 5 Kasım 2007’de anlık istihbarat paylaşımı yaptıklarını söyleyen NATO’nun başındaki ABD, 1952’den bu yana NATO üyesi olmamıza rağmen neden daha önceleri de bu paylaşımları yapmamıştı acaba? Son zamanlardaki operasyonlarda sözü edilen anlık sözde istihbaratların yanlışlığından birçok sıkıntıların yaşandığı da dile getirilmekte. ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Robert Wood, ‘timsah göz yaşlarıyla’ Aktütün Baskını'nı şiddetle kınadıklarından söz ediyor bir kuklacı edasıyla. 10 Eylül 2007’de İngiliz Daily Telegraph gazetesinde çıkan ”ABD subayları, askeri helikopterle düzenli olarak Kandil’e gidiyor ve teröristlerle toplantılar yapıyor” haberlerinin daha iğnenin ucu olduğu özellikle bölgemizde yaşayanlarca malum şeyler. Her şey apaçık ortada değil mi? Mayıs 2006’dan beri özgürce ve izzetlice ABD’den bağımsız bir şekilde politika uygulayan ülkemiz artık NATO ile olan ilişkilerini de yeniden gözden geçirmeli değil midir?
· Özellikle Güneydoğu’daki sorunların çözümlenmesinde önemli katkılar sağlayacak, barış havası oluşturup kardeşlik duygularımızı perçinleyecek olan yeni “Sivil Anayasa”nın gündeme gelmesini bile istemeyenlerin ve engelleyenlerin neye hizmet ettikleri artık belli olmadı mı? Başta AKP hükümetinin, bütün sivil toplum kuruluşlarının ve aydınların yeniden bu konuyu gündeme getirmeleri gerekmiyor mu?
E.Ahmet HATİP-
hatipce@gmail.com