12 Şubat 2008 Salı

ÇANAKKALE EFSANE Mİ?

Önce belirtmeliyim ki, Urfa’mızda öğrencilerimizin bu günlerde “Urfa’nın Kurtuluşu” konusunu daha öncelikle öğrenmesi ve incelemesi gerektiği kanaatindeyim. Tabi kurtuluşumuzun öyle hiçbir ciddiyeti olmayan çiğköfte festivalleriyle sulandırarak kutlanılmasını ve konuşulmasını burada söz konusu bile etmiyorum…
Bu güne kadar üzerinde çokça konuşulan “Çanakkale Savaşları” da daha uzun yıllar konu olacağa benziyor. Tabi herkes olayları olduğu gibi değil de, olmasını istediği gibi yorumlamaya kalkınca ortalık toz duman oluyor. Mesela Çanakkale’de şehid olanların neye canlarını feda ettiklerini birçok kimse hâlâ anlayamamış. İmkân olsa da sorsak onlara bu soruyu; Irkları için mi? Mezhepleri için mi? İdeolojileri için mi? Laiklik için mi? Topraklarını korumak için mi? Partileri için mi? Aşiretleri için mi? Değil. Çünkü her ırktan Müslüman var Çanakkale’de yatanlar arasında. Dünya’nın dört bir yanındaki topraklardan gelenler de var… Allah’a ve ahiret gününe iman etmeyen şehâdete hiç inanmaz. Biz inanıyoruz ki, Onların hepsi Allah’ın rızasını kazanmak ve İslâm, Allah, iman, Kur’an, şehâdet, ahiret, cennet, gazi kavramlarını doğru anladıkları, buna iman ettikleri için savaşmışlardır. Yedi düvele karşı savaşan, dıştan batılılarla, içten batıcılarla savaşan bir Osmanlı’nın ordusu bu.
Bu arada Çanakkale ile ilgili bazı gerçekleri görmemiz ve abartı hastalığından da kurtulmamız gerekir. Mesela; hep ‘Çanakkale geçilmez’ diyoruz ya, Çanakkale maalesef geçilmiştir. Müttefik denizaltıları İstanbul’a kadar gelip hava atmışlardır. “Bu işin bir yönü, diğeri ise orada kahramanca kovaladıklarımıza daha sonraları her şeyimizle teslim edilmişizdir. Öyle teslim edilmişizdir ki, aradan geçen bunca yıldan sonra onların bu milletin içindeki devşirmeleri yine bu milletin kadınlarının örtünmelerine dahi tahammül edemeyecek kadar azgın batıcı olmuşlardır. Bu devşirmelerin elitleri Anadolu insanına karşı sürekli savaşmışlar sadece giyimlerini değil her türlü insanca yaşam haklarını ellerinden almışlardır. İnsanlarımızı ABD/NATO projeleriyle çeşitli ideolojilerin peşine takıp sağcı-solcu, alevi-sünni, laik,antilaik, türkçü-kürtçü gibi kamplara bölerek vuruşturmuşlar, her on yılda bir yaptıkları darbelerle insanlarımızı telef etmişlerdir. Hem de öyle bir telef ki sadece 12 Eylül 1980 darbesine kadar sadece sağ-sol çatışmalarında 11 binin üzerinde üniversite öğrencisi genç öldürülmüş, 23 bin genç sakat kalmış, 30 bin insanımız cezaevlerinde veya sürgünde çürütülmüştür. Bu dönemde, neredeyse 100 bin üniversiteli gencimiz eğitimini tamamlayamamış böylece bu ülke yönetiminde söz sahibi olmaları engellenmiştir. 28 Şubat döneminde olduğu gibi, kendi halkına, onun inancına ve kimliğine savaş açmış başka bir ülke elitini gösterebilir misiniz bana? Bugün Anadolu halkına karşı çeşitli provokasyonlarda ve suikastlarda kullanılan “Ergenekon” gibi çetelerin tavsiyesi söz konusu olduğunda, ABD/NATO uzantısı bu elitlerin/devşirmelerin ve onların kartel basınının nasıl paniğe kapıldıklarını, yazılı ve görsel basınları yoluyla ve sözde mitingleriyle başörtüsünü bahane edip nasıl halkımıza saldırdıklarını görüyorsunuz. 2006 yılının ortalarından beri devam eden; statükocu elitlere karşı onurlu duruşun ve bu elit statükocuların dış kaynaklı uzantısı çetelerinin ortaya çıkarılmasının/çökertilmesinin, bağımsız bir şekilde demokratikleşmenin ve özgürleşmenin, Çanakkale Savaşı’ndaki izzetli duruştan farklı olmadığına inanıyorum.”
Biz yine konumuza dönecek olursak; Çanakkale’de bu ümmet aslanlar gibi savaşmıştır, bu gerçektir. Ama savaş ne yazık ki çok kötü yönetilmiştir. Savaşın komutası, kendisine verilen 5. Ordu Komutanı Alman General Liman Von Sanders, savaş planlarını müttefikleri yenme üzerine değil, daha çok müttefik askerini oyalama üzerine hazırlamıştır. Bu arada da başka cephelerdeki Alman askerleri rahatlamışlardır. Almanların hilesiyle girdiğimiz bu savaşta; bizim onbinlerce askerimiz şehid olmuştur kimin umurundadır? Savaşta patlamayan Alman malı mayınlar da hâlâ merak konusudur. Mustafa Kemal bu savaşta yarbay rütbesiyle bulunmuştur. Şehid sayımız söylenildiği gibi 250 000 değil 55 000 civarındadır. Aslında bu bile korkunç bir rakamdır.
Bu yorum farklarının dışında bir de kavram kargaşaları var. Çanakkale efsanemi? Destan mı? Yoksa alelade bir savaş mı? Bendeniz bugün Çanakkale Savaşı’nda verilen mücadeleyi tanımlamalardan sadece ‘efsane’ ve ‘destan’ konusu üzerinde durmak istiyorum.
Önce gelelim “Çanakkale Efsane mi?” konusuna.
Efsane, batı dillerine aynı Latince kökten“legendus” sözcüğünden gelmiştir. İngilizce’de “legend”, Fransızca’da “legende”, Almanca’da “sage”, İtalyanca’da “leggenda”, İspanyolca’da “leyenda”, Yunanca’da “mitos-mit” sözcükleri, efsane karşılığı olarak kullanılır. Almanca sözcüklerden bazılarında, efsane şöyle tanımlanır: Sage:Tarihi ve mitolojik konulu anlatımların, ağızdan ağıza sözlü olarak aktarılmasıdır İngilizce sözlükte efsane, çok eski zamanlardan kalma hikâyeler, mitlerin modernleşmiş ve romantik bir hal almış şekli, efsanevi şöhret kazanmış insanlar üzerine söylenmiş hikâyeler olarak tanımlanıyor.
Mitoloji sözlüğünde ise, efsane dini merasimlerde yahut dini yemeklerde okunan şey anlamına gelmektedir. Bunlar daha çok azizlerin hayatına ait şeylerdir. Bu hikâyelerin konusu, bir şahıs olabileceği gibi, bir yer veya bir olay da olabilir.
Türkçe Sözlük’te efsane maddesi şöyle: “halkın imgesinde doğarak, ağızdan ağıza dolaşan ve konusu çok defa olağanüstü nitelikte olan hikâye. [Türkçe Sözlük,Türk Dil Kurumu, Ankara, 1969, s.231.]
Şemseddin Sami, Kamus-ı Türkî’de efsaneyi, “Masal, asılsız hikâye, hurafat, şöhret bulup, dillere düşen vak’a ve hal, destan” olarak tanımlanıyor. [Şemseddin Sami, Kamus-ı Türkî, İstanbul, 1978, s.136.]
Ferit Devellioğlu da, Osmanlıca-Türkçe Ansiklopedik Lûgat’inde efsaneyi: Asılsız hikâye, masal, boş söz, saçma-sapan lakırdı.Dillere düşmüş, meşhur olmuş hadise olarak veriyor.[Ferit Devellioğlu, Osmanlıca-Türkçe Ansiklopedik Lûgat, Ankara, 1970, s.245.]
Mustafa Nihat Özön, Edebiyat ve Tenkid Sözlüğü’nde efsane için şöyle diyor:“Bir tabiat olayını, bir varlığın meydana gelişini, tabiat elemanlarından birinde olan bir değişikliği, akıl dışı, olağanüstü açıklamalarla anlatan hikâye. Bunun temeli olan olay, halkın muhayyilesinde şekil değiştirerek, ağızdan ağıza, kuşaktan kuşağa geçer. Genel olarak, masal ile eş anlamlı olarak kullanılır.” [Mustafa Nihat Özön, Edebiyat ve Tenkid Sözlüğü, İstanbul, 1954, s.74]
Meydan Larousse’da efsane:“Halkın gözünde veya nakledenin hayal gücünde biçim değiştirerek, olağanüstü niteliklerle donatılarak anlatılan hikâye.”[ Meydan Larousse, İstanbul, C.4, s.88-89.]
Çanakkale Savaşı’nı ciddi kaynaklardan okuyanlar/araştıranlar göreceklerdir ki Çanakkale ile efsane kelimelerini yan yana koyamıyoruz.
Peki, o zaman hangi kelimeyi kullanalım? Mesela efsane yerine ‘destan’ kelimesini kullanabilir miyiz?
Destanlar milletlerin hayatında büyük heyecanlara yol açan savaş, göç, işgal gibi tarihî olayların ve yangın, salgın hastalık,deprem gibi doğal olayların çağdan çağa aktarılan, aktarılırken de biraz hayal unsurlarıyla süslenmiş manzum yani şiir tarzındaki söylemleridir. Destanları ikiye ayırabiliriz.
Yapay Destanlar; yazarı belli olan, yakın zamanlarda yazılan ve olağanüstü durumlara daha az yer veren bir destan çeşididir. Herhangi bir olaydan yola çıkarak bir ozanın destan kurallarına uyarak oluşturduğu şiirlerdir. Edebiyatımızda, Yapay Destanlarda aklımıza gelen şu iki örneği verebiliriz. F. Hüsnü Dağlarca’nın “Üç Şehitler Destanı” ve M. Akif Ersoy’un “Çanakkale Şehitlerine.” Yapay Destanlar genellikle manzumdurlar. Oluştukları dönemlerin özelliklerini taşımaktadırlar. Olağanüstü özellikleri çokça bulunmaktadır. Olaylardan çok sonraları yazıya geçirilmişlerdir. Yapay destanlar doğal destanlara göre gerçeğe daha yakındır.
Doğal Destanlar ise yazarı bilinmeyen, çok daha eski dönemlerde yaşanmış olan olayları konu eden sözlü destan çeşididir. Milletin ortak yaratıcı gücüyle oluşan yazanı ve söyleyeni belli olmayan destanlardır. Genellikle var olan herhangi bir olayın milletin dilinde yüzyıllar süren bir anlatımdan sonra bir ozan tarafından kaleme alınması sonucu oluşmuşlardır. Oğuz Kağan ve Ergenekon doğal destanlarımıza örnektir.
***
HATİPCE – E.Ahmet Hatip
hatipce@gmail.com