18 Ekim 2007 Perşembe

OKU(N)MAK

Okumayı sevmeyen bir toplum olduk çıktık. Daha önceki bir yazımda Şanlıurfamızda ne kadar az kitapevi olduğunu ve onların da ne büyük fedakarlıklarla çalıştıklarını yazmıştım. Okuduğumuz yerel ve ulusal gazete sayısı belli. Yerel gazetelerimizi okuyan bir avuç memleket sever dışında bir çok hemşehrimizin yerel gazetelerden haberleri bile yok. Ulusal gazetelere abone olup alanlar da onları ne kadar okuyorlar acaba. Bir çok defa eskicilerin el arabalarında el vurulmamış kucak dolusu gazeteler görmüşümdür. Bırakalım kitap okumayı evimize gelen günlük gazeteleri bile okumaya halimiz yok. Yıllar önce bir arkadaşıma gazetenin birinden kestiğim eğitimle ilgili bir köşe yazısını okumasını tavsiye etmiştim. Alıp bakmış ve bana yazının uzun olduğunu kendisine anlatmamı istemişti. Yine birkaç yıl önce öğretmenler günü münasebetiyle hazırladığım eğitimle ilgili şiirleri, hikayeleri, makaleleri ve araştırma yazılarını kapsayan bir dosya yazıyı panoya yerleştirmiştim .Belki bana rastlamadı iki hafta boyunca kimsenin okuduğunu görmedim. Üzüldüm... Öğrencilerimize okumayı sevmelerini söyler dururken bir gün bile bizim elimizde kitap görmemişlerse sözlerimiz bir kulaklarında girer diğerinden çıkmaz mı ?
Geçenlerde “İnsan Tarlaları “ adlı bir filmi ikinci defa izledim. Olayları daha önce fotoğraflarla yabancı basından da izlemiştim. Kamboçya’da, Emperyalizme karşı savaşmak için yola çıkan Kızıl Kımmerler’in devrim adına yaptıkları katliamları anlatıyordu. Kendi halklarıyla savaşmaya başlayınca sapıtmışlardı.( Yaşı elliye dayanmış Urfalılar yetmişli yılların sonlarındaki benzerlerini hatırlarlar.) Filmin bir bölümü , Kamboçya halkının karşı devrimci suçlamalarıyla yoğun bir şekilde öldürüldüklerini anlatıyordu. Bırakın okuma yazma bilmeyi gözlük takanlar bile devrim karşıtı diye katlediliyordu. ( Hem de kurşun israfı bile yapmıyor,kafalarına naylon poşet geçiriyorlardı.) Sanırım okur-yazarları kalmayınca kültür devrimlerini yapmışlardır.
Bizde okuma yazma kurslarıyla okur yazarlık oranımızın artması için yıllardır gayret ediliyor. Okur yazarımız artıyor da nedense ‘okur’ oranımız bir türlü artmıyor. 1980 ve 1997’lerde Türkiye’de kitap okuma grafiğinin hızlı düşüşler yaşaması sonucunda , okumayan daha da kötüsü tek tük okuyanın okuduğunu anlamadığı bir millet olduk çıktık. Bunun kimlere faydası oldu onu da siz bulun diyeceğim ama yine de bir ip ucu vereyim, günlük haberleri izleyip dinleyin ,bir de magazin programlarına birkaç dakika bakın yeter.
Bu hastalığın tedavisi mi? İnşaallah uygun bir hekim , uygun reçeteler yazar. Yoksa toplumların ‘mankurtlaşması’ onları sürü durumuna düşürür bu da sadece düşmanlarının işine yarar.
***
Hangi Dost Okur Beni
Zaman boynumda kement ötelere kur beni. / Her halimde gariblik hangi dost okur beni? / Bir uslanmaz gönlüm var taştan taşa vur beni. / Rüzgar alıp götürsün göklere savur beni. / Ey düşleri gül kokan, korkular bürür beni! /
Utanmaz şehirlerden mor dağlara sür beni... / Sonsuz sefere saldı içimdeki kor beni.... / Yoluna baş koyduğum aşk ile yoğur beni... / Öyle acizim, lutfet cemale doyur beni... / Söz yavan, sükut ehli dervişlere sor beni / Servet Yüksel -ALTINOLUK-
Gönlümüzde gelişen duygu ve düşüncelerimizi her ne kadar kelimelerle pek izah edemesek de yine de bir şeyler yazmak ve birileriyle paylaşmak isteriz. Bu duygu ve düşünce paylaşımını da tohuma benzetebileceğimiz sözlerle yaparız. Söz tohuma benzer. Tohumu toprağa ektiğinizde şayet o toprak kendisine emanet edilen tohumları koruyup zamanı gelince onu hayata kazandırıyorsa ,o verimli bir topraktır. Necip Fazıl (rha)’ın “utansın” dediği nice verimsiz topraklar vardır ki üzerine en kaliteli tohumu serpseniz de ,onun yaptığı sadece tohumu bünyesinde çürütmektir.
Allah’ın rızasını gözeterek, düşüncelerimizi yüreğimizde sevgiyle ve ihlasla karıştırılıp sözlere dönüşürüz. Bunu başarabilirsek söz yüreğe ulaşır. Okuyanın gönlünde çiçek açar. Yok eğer söz nefis planında başka rızalar arıyorsa , ihlassızsa ve sadece ağızdan çıkıyorsa okuyanın kulağından çıkar gider , unutulur.
Tohumların yeşermesini en çok çiftçiler ve öğretmenler severler. Bir de yazanlar. Sözleri yazanlar Allah’ın rızasını umarak yazıyorlarsa hasadı ahirette beklerler. Ve sözler dünyada hoş bir seda bırakmışsa ne mutludur onlara. Hele birde aksi seda bulmuşsa nur üstüne nurdur bu.
Çiftçiler serptikleri tohumları günler ,aylar boyunca sular,gübreler ve ilaçlarlar. Emeklerinin karşılığını kısmetlerince dünyada alırlar. Hasat en sevdikleri mevsimdir.
Öğretmenlerin de öyle ; emeklerinin karşılığında maaşlarını alırlar. Ama bunun yanında Allah’ın rızasını da gözetiyorlarsa onların bekledikleri öğrencilerinin hayırlı insanlar olduklarını görmektir. Bunu başarırlarsa hasadı dünyada görebilirler , ahirette de görmeyi umarlar.Öğretmen bilginin yanında sevgi tohumları da serper öğrencilerine .Çünkü o en değerli şeyin sevgi olduğunu bilir. Sevginin öğrencilerini hem dünyada hem de ahirette mutlu edeceğini bilir. Bu yüzden öğretmene dünyada en acı veren şey yeşeren / çiçek açan tohumların onu unutmalarıdır sanırım. ( Beni şu son satırı yazmaya iten belki de neredeyse üçte birinin Anadolu ve Fen liselerini kazanan sınıfımdan , sadece ikisinin ;sevgili Hande kızımın ve Ömer evladımın beni Ankara’dan telefonla araması ve sevinçlerini paylaşmaları herhalde.)
Yolda karşılaşıldığında tanımasalar da veya geçip gitseler de öğretmeniniz sizi tanır. O da yürür gider ama içinden kırılan bir şeyin sesini duyarak gider.
Sevgili dostlar , öğretmenlerinizi unutmayınız ,vefalı olunuz ve onlardan hayır dualarınızı eksik etmeyiniz. Bilgi ,duygu ve düşüncelerini benimle paylaşmak isteyen okurlar e-mail adresime yazabilirler.
Allah’a emanet olunuz.

Hiç yorum yok: