30 Ocak 2008 Çarşamba

BİZANS’I HATIRLATANLAR

Hâlâ ne ile uğraşıyorlar bakınız।
Kim ne giyiyormuş? Yüzüğü hangi madendenmiş? Saçının, bıyığının, sakalının şekli nasılmış?
Zevzirden başka kuş, kendisininkinden başka baş tanımayanların seksenbeş yıldır uğraştıkları bunlar işte.
Dünya ne konuşuyor bunlar ne alemdeler…
ABD çöküş dönemine geçti, tüm dünyada olduğu gibi bölgemizden de çekilme sürecinde, iki yıldır ülkemiz onlarla olan iplerini kopararak artık bağımsız iç ve dış kararlar alabiliyor. Bu anlamda gerek Ortaasya’da gerekse Ortadoğu’da önder bir ülke olabilir, bu şansı var. Bölgemizde ABD zaten tüm güvenirliğini yitirmiş, Rusya ne kadar ehlileştiğini söylese de zaten sabıkalı, ‘Osmanlı mirasından dolayı ‘ bölgede oldukça etkili olabilecek tek ülke Türkiye’miz. Bunun için gereken adımlar atılıyor. Ülkemiz içinde de Sivil Anayasa çalışmaları ile yepyeni bir Türkiye gündeme geliyor.
Yani içerde kendi halkıyla dışarıda ise tüm komşularıyla barış içinde olan, lider bir Türkiye.
Ama biz nelerle meşgul oluyoruz görüyor musunuz? Anlaşılan o ki biz bize yetiyoruz.
Dünyanın her yerinde dışardan gelen sömürgeciler defolup gidebiliyorlar da, o ülkenin insanları kendi ‘kendini sömürgeleştirenlerden’ nasıl kurtulurlar onu bilmiyorum.
İlginç değil mi? Birileri Sivil Anayasa ile Kürtlere verilecek demokratik açılımları, PKK terörüyle ve DTP’nin sivri çıkışlarıyla gürültüye getirerek dondurmaya çalışıyor. Ardından yıllardır ibretialem olan, başörtüsü yasağını kaldırmak için atılan adımları da laikçilik çığırtkanlıklarıyla engellemeye çalışıyorlar.
Bu arada 1950’li yıllardan beri Anadolu insanının tepesine çökmüş bir çete sonunda devlet tarafından çökertiliyor. Bu çete ki halkımızı sağcı-solcu, alevi-sünni, kürt-türk diye vuruşturmuş; sayısız yargısız infaza imza atmış, gazetecilere, yazarlara, bilim adamlarına, askerlere hatta başbakanlara bile suikastlar gerçekleştirebilmiş ve bilemediğimiz bir sürü haltlar karıştırmış; Ulusalcı-Türkçü-Kürtçü veya radikal solcu örgütlere eylem yaptırabilmiş NATO uzantısı bir örgüt. Bu örgütün çökertilmesi çalışmalarına üniversitelerden, CHP’den, ADD ve ÇYD gibi sözde STK’ lardan, birçok tv ve gazetelerimizden ‘doğru-dürüst ‘ veya ‘yeteri kadar’ bir tebrik veya bir destek var mı?
Tesadüf mü bu acaba?
Tık yok!
Ama başörtüsünün üniversitelerde serbest bırakılması yolunda Anayasa değişikliği için TBBM‘ne gidilmesi nedeniyle bu kurumlar teyakkuza geçmişler bile.
Üniversitelerarası kurul OTDÜ'de olağanüstü toplanacakmış da,
Başörtüsü özgürlüğü laikliğin içinin boşaltılmasından başka bir şey değilmiş de,
Anayasa Mahkemesi çabucak müdahale etmeliymiş de…
Sözde sivil toplum örgütleri, yine büyük kentlerde başörtüsü karşıtı eylemler düzenlemeye hazırlanıyorlarmış.
Daha önceleri Cumhuriyet mitingleri düzenleyen ADD ve Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği gibi kuruluşlar şimdi de başörtüsü karşıtı mitingler yapma kararı almışlar.
Anlaşılan yine askere müdahale çağrıları yapacaklar.
Avuçlarını yalarlar…
Türkiye, artık halka rağmen hareket yapılmayacak bir ülkedir.
Artık Anadolu insanı, uşak-yanaşma-ırgat-maraba-köle değildir.
Bu ülke, artık ‘kendisiyle savaşan ülke’ olmayacaktır. Ağalar ,beyler ve elit statükocular böyle bilsinler.
Kendi varlıklarını başkalarının yokluğu üzerine bina etmiş olanlar, Anadolu insanının yakasını artık bırakmalılar.
Aslını inkâr eden haramzadedir.
Afrika’ya da, Avrupa’ya da, Asya’ya da gitsek bizi görenler Osmanlı’yı hatırlıyorlar, Osmanlı’nın adaletini özlediklerini belirtiyorlar.
Yaşamları ve entrikalarıyla Bizans’ı hatırlatanlar artık kendi kendilerini sorgulamalılar.
Bir söz de zülfü yare.
Unutmayalım ki, Allah büyüktür. ABD’den de, NATO’dan da, onların devşirme yavrularından da.
Allah yokmuş gibi konuşmamalıyız.
Çünkü O, gücünün farkında olmayanları korku ve zilletle cezalandırır.
Aklını kullanmayanları da pisliğe mahkûm eder.
Hakka makbul olunmadan, asla halka makbul olunamaz.
E.Ahmet HATİP
hatipce@gmail.com

21 Ocak 2008 Pazartesi

GÖLGE ETMESİNLER

Eski bir Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı olan Sabih Kanadoğlu, on tane Cumhurbaşkanı seçilirken aranmayan Anayasa yorumlarını 11. Cumhurbaşkanımızın seçimi sırasında ortaya atıvermişti

Peşinden CHP’nin müracaatı ve Anayasa Mahkemesinin, hukuk tarihini şaşırtacak 367 şartı doğrultusunda kararı alınmıştı.

Hemen ardından ADD başta olmak üzere sözde STK’lar emir komuta zinciri içinde hareket ettiler. Büyükşehirlerde yaptıkları Cumhuriyet mitingleriyle halkın seçtiklerine “istemezük” diyorlardı akıllarınca

Yine o günlerde önemli üniversitelerimizden birinin rektörü ’ %95 oy alsalar dahi iktidara gelemezler’ sözleriyle elit statükonun atadığı bir rektörün demokrasiden ne anlayabileceğini gösteriyordu adeta.

Cumhurbaşkanı seçiminin ilk oylandığı günün gecesinde G.K. internet sitesindeki demokrasi karşıtı bir açıklama yapılmıştı. Kimileri buna e-muhtıra dediler.

CHP-ANAP-DYP milletvekillerinin TBMM genel kuruluna girmelerini engellediler. DYP-ANAP birleşmesi için baskılar yaptılar.

Ama sonunda kazanan yine halkımız oldu. Elit statükocuların bütün oyunları boşa çıktı. Hem 11. Cumhurbaşkanımız Abdullah Gül oldu hem de AK Parti tekrar hükümeti kurdu.

Tabi bazı kurumların demokratik olmayan yetkilerinin ellerinden alınmaması için ürettikleri bu problemler içerde belli bir gerilim oluşturmuştu. Bu iç sıkıntılar aynı zamanda dış ilişkilerimizdeki bazı adımlarımızın yavaşlamasına da sebep oldu. Orta Asya ve Orta doğu ülkelerinde Türkiye’nin önderliğindeki yeni oluşumlar dış güdümlü elit statükocularımızın sayesinde zaman kaybetmemize sebep oldu.Tabi buna o zamanlar en çok ABD ve Rusya sevindiler.

Ocak ayının 3. haftasında Başbakan R.Tayyip Erdoğan’ın başörtüsü yasağının çözümlenmesi yolunda attığı yeni bir adımın ardından MHP lideri Devlet Bahçeli’de bu konuda destek vereceğini söyledi.

Tabi ardından bildik mihraklardan alıştığımız salvolar gelmeye başladı.

Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı Abdurrahman Yalçınkaya giderayak, başörtüsü ile ilgili olarak yaptığı değerlendirmede bu önerinin laik üniter yapıya aykırı olduğunu ve sorumluluğun anayasa ve yasalar gereği bu yönde beyan ve faaliyetlerde bulunan siyasi partilere ait olacağı gözden kaçırılmamalıdır demiş.

Peşinden Danıştay’ın malum açıklamaları…

Medya zaten hazır kıta. Kaşımaya başladılar meseleyi hemen. AK Partiyi kapatmanın rüyalarını görüyorlar hâlâ. Hazımsızların daha akıllıları ise sulandırmaya çalışıyorlar konuyu. İleride de problemlerin devam etmesi için kelime oyunları yapıyorlar. Üniversitelerde olsa bile orta öğretimde ve kurumlarda olmasa gibi…

Bir kısım güdümlü STK’larda yakında katılırlar koroya. Yani bu kurumlar ve beyler kendilerini hâlâ TBMM’den yukarda sanıyorlar.

Bu arada kökü dışarıda bu gürültülerin; ABD’nin son haftalarda, BOP için Orta doğuda Bush’un gezileriyle başlattığı yeni bir atak karşısında Türkiye’mizin elini zayıflatmaya yarayabileceğini de unutmayalım.

2007 yılı boyunca atılan dev adımları göremeyenler işte böyle gürültü-patırtılar yapıyorlar akıllarınca. ABD’siz olunamayacağına iman edenler ve Türkiye’nin büyük ülke olacağını hayal dahi edemeyenler işte bunlar.

Ülkemizdeki siyaset anlayışının, başta TSK olmak üzere kurumlarımızın ve dünyaya bakış açımızın olumlu yönde değiştiğini görmemiz gerek artık. Başta başörtüsü ve Kürt meselesi olmak üzere ardı ardına devam edecek bu pozitif değişimlerin karşısında kuru gürültü yapanlar sadece kendilerini boşuna yoracaklardır.

Artık onlar da anlamalıdırlar ki ülkemizde halka rağmen bir şeyler yapılamayacaktır.

Onun için boşuna, ne gölge ne de gürültü etsinler…

15 Ocak 2008 Salı

2007 YILINDA PAYLAŞTIKLARIMIZ

Bu günkü çalışmamızda 2007 yılı boyunca üzerinde durduğumuz ve sizlerle paylaştığımız konuları kısaca toparlamak istiyorum. Sabırla okuyacak okuyucularımız, hem yıl içindeki gelişmelerin analizlerimizle ne kadar içselleştiğini görebileceklerdir hem de yıl içindeki gelişen siyasal gelişmeleri yeniden hatırlayacaklardır.

17.01.2007 tarihli “Nasıl Bir Türkiye? başlıklı yazımızda 2007 yılı içinde bizi bekleyen gündemi şöyle analiz etmiştik: “1.Türkiye’nin ABD’den bağımsız hareket etmesi dönemi. 2.Türkiye’nin Orta Asya programı. 3.Türkiye’nin Orta Doğu programı. 4.Güneydoğu meselesinin çözümü. 5.Türkiye’nin AB süreci. Bilindiği gibi Türkiye’miz kurulduğundan 1944 yılının ortalarına kadar İngiltere’nin etkisinde kalmıştır.1944 yılının ortalarından itibaren ise ABD güdümüne geçen Türkiye iç ve dış politikalarında bu ülkenin istediği gibi hareket etme durumunda kalmıştır. 1 Mart 2003 tezkeresinin reddinden sonra Türkiye ABD güdümüne isyan etmiştir. Bu tarihten itibaren Türkiye ile ABD arasındaki gizli savaş büyük bölümüyle topluma yansımadan sürmüştür. Kuzey Irak’ta askerlerimizin başına çuval geçirilmesi ve bazı suikastlar,16 Mayıs 2006’dan itibaren başlayan doların yükselişi, borsa ve para piyasalarının sarsılması ve dalgalanması, 17 Mayıs Danıştay saldırısı, siyasette sahte arayış senaryolarının sürdürülmesi, çeteleşen bazı askeri grupların deşifre olması ve bunun gibi olayları bu çatışmanın su yüzüne çıkanları olarak değerlendirebiliriz. ABD ile yapılan görüşmelerden sonra Türkiye, 2006 Eylül ayından itibaren NATO ve ABD politika ekseninden çıkıp, iç ve dış politikalarını kendi ulusal çıkarları üzerine projelendireceği kararlılığını bildirdi.

09.03.2007 tarihli “Türkiye-Suriye Birliği ve Ötesi” başlıklı yazımızın son bölümünde şunları söylemiştik: ”Bendeniz gelecekte güçlü bir Türkiye’nin, Ortadoğu’daki ve Orta Asya’daki kardeşlerimizle ekonomik-siyasal hatta askeri birlikler kurulmasında öncü olacağına / liderlik yapacağına, böylece yaşadığımız bölgedeki her milletten insanların AB, ABD, Rusya veya Çin gibi sömürgeci ülkelere karşı güçlü ve özgür bir blok oluşturacağına inanıyorum.Böyle hayırlı bir çalışmayı başta ABD ve İsrail ne kadar engellemeye kalksa da Türkiye bunu başarabilecek güçtedir.”

03.04.2007 tarihli “Bizlere Neler Oldu?” yazımızda Osmanlı kürdü Şeyh Abdulhakim’in batının tezgahlarına karşı asil duruşunun hikayesini anlatmış, bu günlere nasıl geldiğimizi sorgulamamızın gerekliliğini vurgulamış, sözümüzü şöyle tamamlamıştık:” Öyleyse ihanetin en kolay yapılabileceği bir zaman diliminde tarafsız kalmayı bile, düşmanla işbirliği yapmak ve bunu da alçaklık olarak algılamak durumunda olan Osmanlı kürdünün, az da olsa bazı çocukları; neden bugün bütün Ortadoğu’ya yeniden düzen vermeye çalışan düşmanla işbirliği yapma ve bu haçlıların figüranı olma durumuna gelmiştir? O günden bu güne hangi aşınmalar yaşanmıştır? Doksan yıl önce tezgahlanamayan oyunlar neden bu gün kolaylıkla yapılabilmektedir? İşbirlikçilik neden bugün bir takım sözde aydınlar, yazarlar, çizerler, eğitimciler ve bazı bürokratlar tarafından zamanın gereği olarak algılanmaktadır? Önce devletimiz sonra da Anadolu’da yaşayan bütün insanlarımız; Seksen beş senede bize neler olduğunu yeniden tahlil etmek ve düşünmek zorundadırlar. Türklerin sekülerleştirilmelerinin ardından son zamanlarda görüldüğü gibi Kürtlerin de sekülerleştirilmesi serüveninin; Müslümanlığı sadece bir takı gibi milletinin yanına eklemlemenin Anadolu insanının haçlıların projeleri karşısında daha da zayıflatacağını görmek durumundadırlar. Osmanlının sadece Müslüman topluluklara değil Müslüman olmayanlara bile uyguladığı adaletinin örnek alınmasının acilen gerekliliğini görmelidirler.”

20.07.2007 tarihli “Anadolu İnsanı Tarihinin En Önemli Günlerini Yaşıyor” başlıklı dört bölümlük analizimizde ise Cumhurbaşkanlığı seçiminin önemini vurgulamıştık. Çalışmamızın ana hatları şöyleydi: “Statükocuların son kale kaygılarından bahisle; ülkedeki ABD yanlısı ulusalcıların cumhurbaşkanlığı feryatları da bu kurumun son kale olarak görülüp teslim edilmesine karşı çıkma gayretlerine dayanmaktadır. Abdullah Gül’ün Cumhurbaşkanı olmasının engellenmesinin ve bu uğurda parlamentonun bile tıkanmasının arkasında bu kaygı vardır. Bu yüzden ülkedeki bütün muhafazakâr-sağcı-solcu-maocu-kemalist-ulusalcı-ırkçı-milliyetçi-türkçü-kürtçü ve ismini sayamadığımız her renkten ve telden gurup; ellerinden imkânlarının alınacağından paniğe kapılan statükocu elitlerin emirleriyle anında esas duruşa geçip mitingler tertip etmeye başlamışlardır. Hemen ardından aynı emirle birleşik partiler kurmaya ve koalisyonlar oluşturmaya başlamışlardır. Ülke içinde marjinal, tutucu, statükocu, halk tabanı olmayan, halktan korkan, halkı hor gören, dışlayan etkin statükocu elitler, yayınlattıkları bir sanal askeri bildiriyle demokrasi tekrar tıkanma noktasına getirilmek istenmiştir. Yeniden hortlatmak istedikleri terör ve şiddet olayları sayesinde kitlesel olarak halkın içine korku salarak ülkedeki sivilleşme, özgürleşme sürecini geri çevirmek, Cumhurbaşkanının halkın istediği birinin / halktan birinin, sivil-dindar-demokrat biri olmasının önüne engel olmak istemişlerdir. Her türlü çaba ve engellemeye rağmen Türkiye büyük devlet olacaktır.”

14.08.2007 tarihli çalışmamızda ise şimdi Cumhurbaşkanımız olan Abdullah Gül’ün Cumhurbaşkanı olması gerektiğini şöyle vurgulamıştık: “GÜL GİBİ OLACAKTIR” Ayrıca, 2007’nin ikinci yarısından itibaren ülke gündemimizi oluşturabilecek konularımızın şunlar olabileceğini yazmıştık:
A-Ülkemizdeki Devlet Yönetiminde ve Sosyal Politikalarında değişim Süreci.1. Demokratik bir Anayasa Nasıl Olmalıdır?Başkanlık,Yarı Başkanlık ve Parlamenter Sistem. Anayasa Mahkemesinin Yeniden Yapılanması ve Üyelerinin Seçimi. Yargı Sisteminin Yeniden Düzenlenmesi. YÖK’ün Anayasa’daki Yerinin ve Şeklinin Yeniden Düzenlenmesi. TSK’nin Anayasadaki ve Devlet Sistemindeki Yeri Nasıl Olmalıdır? Din Eğitiminin Anayasadaki Yeri. 2. Güneydoğu Sorunu ve Çözüm Yolları.3. Ülkemizde Sivil Toplum Kuruluşları. (STK ve Bağımsız STK’ların Oluşması için Yapılabilecekler.) 4. Ülkemizde Yabancı Sermaye Girişi, Özelleştirmeler ve Ekonomik Durumumuz.5. Mevcut Siyasi Partiler ve Olması Beklenen Siyasi Değişiklikler.
B- Türkiye’nin Bölgesel ve Uluslar arası Politikalarında Değişim Süreci.
1. ABD - NATO Politikalarımız ve Değişim Süreci.2. AB Politikalarımız ve Değişim Süreci.3. Bölge Politikalarımız ve Değişim Süreci.4. Rusya -Avrasya Politikalarımız ve Değişim Süreci.5. İslam Dünyası ile ilgili Politikalarımız ve Değişim Süreci. 6. Kıbrıs - Ege Politikalarımız ve Değişim Süreci.

17.10.2007 tarihli analizimizde ise “ Suni Gündeme Aldanmamak Gerek” başlığıyla Sivil Anayasa çalışmalarından rahatsız olan ABD/NATO uzantılı kesimlerin yapabilecekleri provokasyonlara dikkat çekmiştik. ABD/NATO’nun her ne kadar müttefikimiz olduğu söylense de artık bu sözlerin kimseye inandırıcı gelmediğini belirtmiş şöyle devam etmiştik:
"İnandırıcı gelmiyor çünkü; 1952'den beri üyesi olduğumuz NATO'nun 27 Mayıs 1960,12 Eylül 1980,12 Mart 1980, 28 Şubat 1997 yıllarında yapılan askeri darbeleri yönlendirdiği biliniyor artık."
"İnandırıcı gelmiyor çünkü; sağ-sol, alevi-sünni, laik-antilaik ideolojik kamplaşmaların, anarşi ve terörün, faili meçhul cinayetlerin, irtica korkusu şamatalarının, binlerce insanımızın kanına giren PKK saldırılarının NATO kaynaklı olduğu biliniyor artık."
"İnandırıcı gelmiyor çünkü; 55 yıllık süreçte kurulan 40 hükümette bir türlü siyasi istikrarın sağlanamamasının, milli gelirimizin 2000 doların altında kalmasının, onlarca ekonomik krizle ülkemizin yoksul bırakılmasının, irtica sorunu - başörtüsü problemi - Kürt sorunu - Kıbrıs sorunu - Ege sorunu - Ermeni sorunu gibi sorunların çözümlenemeyişinin, milli birlik ve bütünlüğün sarsılmasının ve bölünme sendromunun yaşanmasının, devleti milletine-milleti ise devletine düşman haline getirilmesinin ardında NATO'nun olduğu biliniyor artık."
"İnandırıcı gelmiyor çünkü; 2. Dünya Savaşında yenilen, yakılıp yakılan aynı 'ittifak'taki ülkelerden bile her bakımdan geride kalmamız için yapılan sosyal, siyasal ve ekonomik çalkantıların ve bunların ardındaki derin yapılanmaların ardında NATO'nun olduğu biliniyor artık."
"İnandırıcı gelmiyor çünkü; NATO'ca 50 yıldır bize inatla düşman olarak gösterilen bütün komşularımızla pekala dost olarak yaşayabildiğimizi özellikle son birkaç senedir hepimiz yakından şahit olduk."
"İnandırıcı gelmiyor çünkü; Kuzey Irak'taki; sözde haritaların, PKK terör örgütünün varlığının, Kerkük meselesinin ve diğer bütün olumsuz oluşumların NATO destekli 'Çekiç Güç' kaynaklı olduğu görüldü artık."
"İnandırıcı gelmiyor çünkü; BOP denilen İslam dünyasını daha da parçalamaya, bölmeye ve katletmeye dönük uygulamanın içinde görev alan NATO'yu Irak'ta da, Afganistan'da da halkımız görüyor artık."
"İnandırıcı gelmiyor çünkü; Avrupa'da Varşova Paktına sınır ülkelerdeki nükleer başlıklı füzelerin 1990 yılından itibaren kademeli olarak kaldırıldığını ama nedense Türkiye'deki Adana/İncirlik'te, İstanbul'da, Ankara'da, Karadeniz'de yerleştirilen 100'den fazla nükleer başlıklı füzenin varlık nedenini ve hedeflerini soruyor artık."
"İnandırıcı gelmiyor çünkü; Suriye hava sahasının üzerinde uçan yabancı uçakların (ki bu yabancı uçakların bazen ABD, bazen İsrail bazen de NATO etiketleri takarak uçmalarının) bir hedefinin de Müslüman ülkelerle Türkiye'nin son yıllarda hayli artan güven ve dostluğunun bozulmasını amaçladığını görüyor artık.
İşte son zamanlardaki karışıkların ve evlatlarımızın kanlarının dökülmesinin sebeplerinden biride NATO'nun artık her kesimde sorgulanmaya başlanmasıdır. Türkiye'mizin NATO ve ABD ile olan ilişkilerini yeniden sorgulama zamanı gelmiştir hatta geçmektedir.
Sivil Anayasa'yı engellemek için uğraşanların bir korkuları da "iç düşman" konseptinde görmeye alıştıkları İslam ve Kürt meselesinin çözümlenmeye başlanmasındandır. “

13.12.2007 tarihli “Yeni Ankara” adlı çalışmamızda ise Türkiye'mizin son 80 yılının en hızlı günlerini yaşadığından bahisle gerek içeride gerekse dışişlerindeki gelişmelerin baş döndürücü bir hızla ilerlemekte olduğunu belirtmiştik. Dış ilişkilerimizdeki önemli tarihlerden biri 5 Kasım'dı. Başbakan R.Tayyip Erdoğan'ın ABD ziyaretinin dışarıya yansıyan en önemli konusu PKK terör örgütü idi. Her türlü desteği verdiğini sağır sultanın bile duyduğu PKK'yı; toplantıdan birkaç gün önce "dağdan inen adamlar" diye tanımlayan ABD Devlet Başkanı Bush'un toplantıdan sonra ise "ortak düşman" ve "terör örgütü" olarak adlandırması ilginçti. Anlaşılan o ki ABD ve Türkiye'nin 1 Mart tezkeresinin ardından oldukça gevşeyen ve 15 Mayıs 2006'da kopan ilişkileri, 5 Kasım toplantısında da Türkiye'nin PKK terör örgütü ile sınırlandırılmış taleplerinin, ABD'nin sonucu şüpheli bir şekilde kabul etmesinden başka bir şey getirmedi. Sonuçtan, Türkiye genel olarak pek memnun olmadı ve kendi çizdiği yoldan yürümeye devam etti. Aynı günlerde İran ile yeni enerji antlaşmalarının imzalanması bunun kanıtlarından sadece biriydi.
Suudi Arabistan Kralı Abdullah'ın ardı ardına ülkemizi ziyaret etmesi sonra Mısır'a gitmesi büyük önem taşıyordu. Suudi Arabistan'la yaptığımız antlaşmalarda; ziyaretlerin karşılıklı olarak devam ettirilmesi, terör ve suçla mücadelede karşılıklı işbirliği yapılması, serbest ticaret antlaşmalarının sonuçlandırılarak her iki ülkenin işadamlarının yatırımlarına yardımcı olunması ön plana çıkan hususlar oldu. Bunların hepsinden önemlisi tüm dünyada barışın-istikrarın-refahın sağlanması için birlik arayışlarının söz konusu edilmesiydi. Yine daha düne kadar oyuna getirilmek ve birbiriyle savaştırılmak istenilen ülkeler, Türkiye'nin gayretleriyle alışılmadık bir süreç yaşıyorlar. Türkiye-Suriye-İran-Pakistan-Suudi Arabistan-Mısır gibi ülkeler bir araya gelerek sorunlarını birlikte çözmek için adımlar atmaya başladılar. Hiç kuşkusuz bunların bir araya gelmelerinde ABD'nin Irak'ı işgali ile yaptığı katliamlar/zulümler ve Büyük Ortadoğu Projesi (BOP) ile bölgede, sınırlarda, siyasi çerçevede ve coğrafyada yapmak istediği yeni düzenlemeleri önemli rol oynadı. Bölge ülkelerinin ortak tehdit algılamaları bir araya gelmelerinin ve ortak adımlar atmalarının sebebi oldu. İran'ı Şii dünyasının; Türkiye'yi ise Suni dünyasının başına getirerek çatıştırma oyunları geri tepti ve aksine Yeni Ankara'nın gayretleriyle bir işbirliğine dönüştü.
Türkiye'nin gayretleriyle oluşturulan bu yakınlaşmalar körfez sermayesinin Türkiye'ye akmasına, İran Cumhurbaşkanı Mahmut Ahmedinejad'ın Suudi Arabistan'ı ziyaret etmesine ve bölgesel ve ikili antlaşmalar yapmasına sebep oldu. Yine Türkiye, Pakistan ile Afganistan arasında hakemlik yapmayı üstlendi. Suriye ile Türkiye çok ileri aşamalarda işbirliğine girdiler. Bu anlamda Suriye Kıbrıs Türk Devleti'nin pasaportlarını tanımaya başladı.
İsrail ile ilişkilerde kontrolün ele alınması ve Filistin'e destek verilmesi de önemli adımlardı. Filistin ve İsrail Devlet Başkanlarının Ankara'da bir araya getirilmesi önem kazandı. Bununla Türkiye bölgedeki önemini bir kez daha kanıtlamış oldu.
İslam Konferansı Örgütü(İKÖ)'nün etkinliğinin artması ve Arap Birliği toplantılarına ilk defa Bir Türkiye Başbakanı'nın davet edilmesi Türkiye'nin bölgedeki ağırlığını gösteriyordu.
Yanı başımızdaki Irak'ta bazı Şii aşiretlerin Türkiye ile işbirliği yapma talepleri; Kuzey Irak'taki Kürt ve Suni aşiretlerden gelen birleşme talepleri; Barzani'nin, öncekilerinin tam aksi istikamette yaptığı Aralık ayının ilk haftasındaki açıklamaları önümüzdeki dönemde bu bölgemizdeki insanlarla da birlik ve beraberliğimizi çok daha fazla pekiştireceğimizin habercisidir. Bütün bu alışılmadık gelişmeler dünyada 'Osmanlı Barışının' özleminin bir sonucudur.

2007 yılının son çalışmasında “Son Dönem Kürt Siyaseti” üzerinde durmaya çalıştık. “Ak Parti hükümetinin önemle üzerinde durduğu 'Sivil Anayasa' çalışmalarının bir önemli konusu da yıllardan beri deşilen ve dış mihraklarca da kışkırtılan Kürt sorununa demokratik bir çözüm getirmek olmalıdır. Bunun için tabi ki bir dizi çalışma yapılaması gerekiyor. Bu konudaki çalışmalardan sadece ve sadece birisi ise terör örgütünün yok edilmesidir. Kürtler yıllardır devletten bekledikleri temel demokratik insan hak ve özgürlüklerine bu Sivil Anayasa ile kavuşmalıdırlar Görüldüğü kadarıyla bugüne kadar izlenenin dışında bir strateji ile terör örgütü artık bitiş çizgisine doğru gidiyor. İzlediğimiz kadarıyla önce terör örgütünü yalnız bırakmak için diplomatik ve siyasi temaslar yapıldı. Bunu ise terörist ailelerinin, çocuklarının dağdan inmeleri için ikna edilmesi takip etti. TCK' nın 221.maddesi pişmanlık duyacak terör örgütü üyelerine uygulanıyor. Bu madde bir nevi 'eve dönüş yasası' olarak algılanıyor ve uygulanıyor. Anlaşıldığı kadarıyla Türkiye; Irak hükümetinin sağlamış olduğu bir imkânın terör örgütü üyelerince de değerlendirilmesine izin veriyor. Yani terör örgütü üyeleri, kendileri isterse Irak Ordusuna kaydolarak normal hayata dönebiliyorlar. Belirli bir işe dolayısıyla maaşa, evlenip çoluk-çocuğa karışarak bir aile sahibi olup normal hayata dönüyorlar, rehabilite oluyorlar. Sadece son dönemde 1000'den fazla terör örgütü üyesinin Irak Ordusuna kayıt yaptırdığı görülüyor. Parti kapatmalar bugüne kadar Türkiye'mize hiç yarar getirmedi. DTP'nin kapatılmasını isteyenler ise eski alışkanlıkları depreşmiş olanlar, problemlerden beslenenler yani statüko yanlıları. Ama burada eski söylemlerin yeniden düzenlenmesi gerektiğini ve somut bir şekilde teröre karşı olduklarını belirtmeleri, içinde bulunulan demokratik süreçten Kürtlerinde azami ölçüde faydalanması için öncü olmaları gerektiğini düşünüyorum. Yoksa halktan kopuk radikal hareketler Türk solunun sonunda olduğu gibi marjinal grupçuklar olmayı getiriyor. Gidişinde aynı o yolda olduğu görülüyor…Önümüzdeki dönemde Kürt siyasi hareketinde yeni anlayışlar ve yeni oluşumlar gerekmiyor mu? Mesela liberal görüşler taşıyan veya mütedeyyin Kürt vatandaşlarımıza hitap eden İslami hassasiyetleri olan siyasi hareketler neden yapılanmasın. Bu hareketler bütün partiler içinde güçlü gruplar oluşturabilirler veya yeni siyasi partiler kurabilirler diye düşünüyorum. Tabi burada atılan her yeni farklı demokratik adımı veya düşünceyi hemen damgalayarak veya karalayarak sosyalist/laikçi Kürt hareketinin dışında bir oluşuma tahammül edemeyenlerin oyununa da gelmemek gerekir diye düşünüyorum. Bakalım önümüzdeki günler bize neler gösterecek. Aynı vatan/devlet/bayrak altında, kardeşlik şuuru içinde, binlerce yıldır olduğu gibi bir arada yaşayarak, Ortadoğu'daki bütün halklara güzel örnek olmaya devam edeceğimiz günler yaşamamız dileğiyle, dua edelim”

2008 yılında da, nasip olursa başta Türkiye’miz ve Ortadoğu olmak üzere dünyadaki siyasal gelişmeleri analiz etmeye devam edeceğiz.