18 Ekim 2007 Perşembe

ÇOCUKLARIMIZ

Evin penceresinden karşıdaki inşaat molozlarının ardında saklanan, garip hareketler yapan, üç çocuk görüyorum.Ne yaptıklarını bir türlü çıkaramıyorum. Bir saat kadar sonra yerlerini değiştiriyorlar. Gözden uzak terkedilmiş bir binanın kuytusuna çöküveriyorlar sallanarak.Görebildiğim kadar ellerinde ; içinde sarı bir madde olan poşet var . Aralıklarla ağızlarına tutup nefes alıyorlar. İlk defa görüyorum ama anlıyorum ki bally kokluyorlar bunlar. Üçü de; on-on beş yaşlarında, iyice giyimliler, birbirlerine hareketleri kaba değil ama sallanıyorlar. Vah yavrularım ! Yüreğim acıyor ! Beynim karıncalanıyor ! Duygularım anlatılır gibi değil, çok üzülüyorum... 155 ‘i mi arasam acaba? derken sallanarak doğruluyor ve birbirlerine omuz verip yalpalayarak uzaklaşıyorlar. Gidip konuşsam mı diye düşünürken ; kimi zaman saldırganlaştıklarını duyduğumu hatırlayıp çekiniyorum.Binaların arasında kayboluyorlar.Eğer ilgilenilmezse toplumdan da yaşamdan da kaybolacaklar.Vah çocuklarıma vah! Madden ve manen yapayalnız bırakılan ,ilgilenilmeyen ; ilgilenilmesine de izin verilmeyen çocuklarımızın / geleceğimizin nasıl olacağını düşünüp dehşete kapılmamak elde mi?. Şehrimizde 40 civarında ‘suç işlemiş’ ballyci ve onun üç-dört katı sokaklara terk edilen başıboş çocuk olduğunu öğreniyorum. Bu çocukları sokaklara salanlar ne diyeyim size...
[ Yazım bittikten üç – dört gün sonra, elimde pazardan aldığım eşyalarla eve dönerken aynı çocuklardan ikisine yine aynı yerde bally koklarken rastladım .Yanlarına korkutmamaya çalışarak yaklaşıp ,oturdum. Birisi kaçtı,diğeri ise yerinden kalkacak durum da değildi. Kaçan çocuğu da babacan bir şekilde çağırdım ; ürkerek geldi yere çöktü. İkisinin de yüzlerinin rengi kaçmıştı . Gözleri kayıyordu. Kendimi tanıttım. , çekinmelerine gerek olmadığını söyledim . Sanırım kırk dakika kadar sohbet ettik. İkisi de ilköğretim okulunu bu sene bitirmişler ve liseye de gideceklermiş . Yakın akrabaymışlar. Ailelerinin ilgisizliği ,sokağa salınmışlığın sonucu olan kötü arkadaşlar onları bu kötü alışkanlığa bulaştırmış. Biz alışmayız falan dedilerse de içmediklerinde kafalarının karıncalandığını ,kendilerini kötü hissettiklerini de itiraf ettiler. Kendilerine bu şekilde devam ederlerse başlarına neler gelebileceğini , sonlarının nasıl olacağını örneklerle anlatmaya çalıştım. Anlattıklarımın bir çoğuna çevrelerinde şahit olmuşlar. Ellerindeki poşetleri fırlatıp attılar mümkün olduğunca uzaklara. Bundan böyle kullanmayacaklarını başlarına gelebilecek tehlikelerin farkına vardıklarını anlatmaya çalıştılar. Kendilerine ; eğer aşırı derecede rahatsızlık duyarlarsa yakındaki bir emniyet veya sağlık kurumuna başvurmalarını ve orada kendilerine tedavi için yol gösterebileceklerini söyledim. Kendilerine dua ettiğimi ve daha da edeceğimi ekleyerek yanlarından kalktım. Onlar da kalktılar,boyunları bükük uzaklaştılar. Hani derler ya ”Ağızdan çıkan söz hitap ettiğinizin bir kulağından girer diğerinden çıkar ama kalbinizden çıkan söz ise muhatabınızın kalbinde kalır.” Yüreğim kan ağlayarak ,samimi bir şekilde yaptığım öğütler inşallah o çocukların bu kötü alışkanlığı bırakmalarına vesile olmuştur . ]
Hazret-i Peygamber ( as ) çocuklara daima derin bir muhabbet gösterir; onları öper, okşar; mübârek parmaklarını tarak yaparak onların saçlarını düzeltirdi. Hazret-i Âişe ( ra ) 'nın rivâyet ettiğine göre , Hazret-i Peygamber ( as )torunlarını severken ziyâretine İslâm'ın merhamet, şefkat, nezâket ve inceliğinden uzak bir bedevî geldi. Rasûlullâh ( as ) 'in çocukları ziyade sevmesine hayret ederek:"-Yâ Rasûlallâh! Siz çocuklarınızı öper (sever) misiniz? Biz çocuklarımızı öpüp okşamayız " dedi. Bedevînin duygusuzluğu ve duyarsızlığı, Allâh Rasûlü ( as )’nü üzdü. Bedevîye: "Allâh senin gönlünden merhamet ve şefkati çekip çıkarmışsa ben ne yapabilirim!.." (Buhârî, Edeb, 22) dedi. Bir defasında da Hazret-i Peygamber ( as ) üzerine küçük abdestini yapan torununu: "- Sen nasıl Rasûlullâh'ın üzerine küçük abdest yaparsın?" diye pataklamaya kalkan Ümmü Fadl'a "- Çocuk bu, yapar!" diyerek yumuşak bir üslûpla mânî olmuştur. O, mübârek kucağında torunları olduğu hâlde namaza durur, secdede iken torununun mübârek sırtına çıkması üzerine secdesini uzatırdı. Çocuğu engellemek isteyenlere : " Bırakın, çocuk hevesini almış olsun!" buyururdu.Yine Hazret-i Peygamber ( as ) bir çocuk ağlaması duyduğunda namazı kısa keserdi. Bir defasında evinde namaz esnasındayken çocuk ağlaması üzerine namazını kısa tutmuş ve ev halkına " - Onların ağlamalarının beni üzdüğünü bilmiyor musunuz?" buyurmuştu. Hadîs-i şerîflerde kız çocuklarının daha çok hizmet ve itinaya muhtaç oldukları tavsiye edilmiştir. " Bir kimse üç kız çocuğunu yetiştirip terbiye eder de onları evlendirirse ve onlara iyilikte devam ederse, o kimseye cennet vardır." (Sünen-i Ebî Dâvûd)
Okuduğum bir öyküyü konumuzla ilgili bulduğum için sizlerle paylaşmak isterim.“Yetmiş altıncı yaş gününde, ihtiyar ilkokul öğretmenimi ziyarete gitmiştim. Karısı ile birlikte bahçedeydi. Öğretmenim çimenleri suluyor, karısı da çiçek saksılarının toprağını değiştiriyordu.Beni gördükten sonra, işlerine ara verdiler. Hava güneşliydi. Bahçedeki masanın etrafında oturmayı tercih ettik. Sohbete dalmışken, öğretmenimin bir komşusu gelip civardaki çocukların zaman zaman bu çimenlerin üzerinde top oynadıklarını haber verdi.’bunlara sakın yüz vermeyin’dedi. ‘bu şartlar altında çimen yetiştiremezsiniz.’ Öğretmenim, ona şu güzel cevabı verdi: Zararı yok efendim ,bence çocuk yetiştirmek, çimen yetiştirmekten daha önemli!”
Evet , çocuk yetiştirmek ; çimen yetiştirmekten de ,buğday-pamuk yetiştirmekten de, arsa-ev-tarla-bağ-bahçe sahibi olmaktan da bilmem hangi dünyalık makam ve mal sahibi olmaktan daha önemlidir. Sokağa saldığımız çocuklar , ”saldım çayıra mevlam kayıra” zihniyetiyle ; ne yerler, ne içerler ,kimlerle arkadaşlık edip nerelerde gezinirler ,hangi internet kafe de ne halt işlerler, merak bile edilmezlerse sonucu böyle olur. Biz yetişkinler acaba niye çocuklarımızı ‘ gerektiği gibi ‘ sevmiyoruz ve onlarla ilgilenmiyoruz ? Acaba onlara olan sevgimiz ve merhametimiz yeterli mi? Acaba verdiğimizi iddia ettiğimiz sevgimiz ve merhametimiz , Urfalıların tabiriyle “ Pisik merhameti mi?” [ Hani kediler bazen yeni doğan yavrularından birini sevgiyle yalar ,yalar,yalar ve sevginin dozunu kaçırıp yutuverirler ya. İşte öyle bir sevgimi ?... ] Sevgi çocuklarımızı en güzel giysilerle giydirip ,en güzel yiyecekleri yedirip ,ceplerine bol para koyarak güzel okullara yollamak değildir. Eskiden cahiliye de kız çocuklarını doğunca çölde kumlara gömüp öldürürlermiş , modern cahiliye de erkek /kız çocuklar ilgisizlik çölüne öylesine gömülüyorlar ki hem dünyaları hem de ahiretleri öldürülüyor...
Çocuklarımız , bizlere ilâhî birer emanet ve öz varlığımızdan oluşmuş kıymet filizleridir. Bir anne için en güzel meşgale çocuğunu yetiştirmek , terbiye etmek ve topluma armağan etmek değil midir ? Emek verilip yetiştirilen hayırlı evlâtlar âhiret günün de ,anne - baba ile cehennem arasında perde olacaktır. Çocuklarımızı Allâh'ın bir emaneti olarak sevmeli; bu sevgiyi de, dünya ve âhireti kazanmaya vesile kılmalıdır. Yavrularımızı bekleyen tehlikelerin başında mâneviyattan uzak yetiştirilmelerinin geldiğini çözümün de, gönüllere İslam’ın îmân ve yüce ahlâkını yerleştirmekle mümkün olduğunu anlamalıyız artık...
***

Hiç yorum yok: