3 Ekim 2009 Cumartesi

TÜRKİYE - SURİYE İLİŞKİLERİ

Suriye-Türkiye arasında uygulanan vize uygulamasının karşılıklı kaldırılması sanırım en başta Urfa’mızı sevindirmiştir. Özellikle sınır kapılarında yapılan bayramlaşmalardaki o acı görüntüler tarihe karışacak inşallah. Şimdi de mayınlı arazilerin temizlenmesini ve sınırların kalkmasını bekliyoruz.

Suriye Devlet Başkanı Beşşar Esad, 16-17 Eylül 2009 tarihlerinde İstanbul’u ziyaret etti. AKParti’nin iftar yemeğine katıldı. Esad, geçtiğimiz yıl Ağustos ayında da tatilini geçirmek üzere Bodrum’a gelmişti.

25 Ağustos 2009’da Irak’ın Şam Büyükelçisi’ni çekmesi üzerine gerilen Suriye-Irak ilişkilerinde Türkiye’nin arabuluculuğu olmuş; Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, Ağustos 2009 sonunda Bağdat, Şam ve Kahire’yi ziyaret ederek bu konuda önemli adımlar atmıştı.

Suriye-İsrail arasındaki “Golan Tepeleri” konusundaki barış sürecinde Türkiye’nin doğrudan katılımı barışın sağlanması sürecine önemli katkılar sağlıyor.

Suriye’nin özellikle Batı dünyasıyla ve Orta doğuda yaşanan sıkıntılarında Türkiye bütün samimiyetiyle yardımcı olmaktadır. Zira Suriye-Batı dünyası ve Suriye-komşu ülkeler ilişkilerinin düzelmesiyle Orta Doğu önemli ölçüde istikrara kavuşacaktır. Bu istikrar da bölge ülkeleri olarak hem Suriye’nin, hem de Türkiye’nin ekonomik ve politik gelişmelerinde olumlu rol oynayacaktır.


Mart 2007 de Halep’teki büyük bir stadyumun açılışına Başbakan Recep Tayip Erdoğan’ın davet edilmesi ve açılışı yapılan stadyumda Fenerbahçe-El İttihat futbol takımlarının dostluk maçı Suriye’deki kardeşlerimizin bizlere olan kardeşlik duygularını ortaya koymuştu. O güne kadar haritada yerini bile gösteremeyeceğimiz ülkelerle maçlar yapan Türkiye, komşularımızla ve diğer Müslüman ülkelerle, bu tür ilişkilerden bile özellikle kaçınmıştı. O günlerde ulusal basınımızın çoğu kardeşlerimizin bu sevgi gösterilerini tabi ki anlayamadılar ve genellikle de görmezden geldiler. Bölgemizde Müslümanlardan yana olumlu gelişmeleri hazmedemeyenler ne kadar anlamazlıktan gelseler de Türkiye’nin, Suriye ve diğer Ortadoğu ülkelerindeki kardeşlerimizle özlediğimiz /hasret kaldığımız birlik ve beraberlik çalışmaları sürüyor.



Güneydoğu bölgesinde, akrabaların bayramlaşmaları için bayramdan bayrama sevinç dolu çığlıklarla gündeme getirilen sınır ilişkilerimizin artık daha ileri boyutlara taşınması yolunda önemli bir adım olarak vizenin kaldırılması bölge insanını yürekten sevindiriyor. Neredeyse seksen yıldır neden birbirinden ayrı kaldığını bir türlü anlayamayan insanlarımız yeniden yakınlaşmaya doğru atılan adımları gönülden destekliyorlar. Hepimiz aramızdaki tel örgülerin ve mayınların kaldırılacağı, yeniden birlikte olacağımız günleri özlemle bekliyoruz.



Geçen yıllarda benim de şahit olduğum duyguları ve düşünceleri neredeyse Suriye’yi ziyaret eden herkesten benzeri cümlelerle dinlemişimdir. “-Sadece konuştuğumuz dil farklı geri kalan her şeyimiz aynı…”


Sahi hiç düşündünüz mü bizi niye ayırdılar? Bizler yüzyıllarca Türkü-Kürdü-Arabı bu topraklarda birlikte yaşamadık mı? Bizim aramıza bu tel örgüleri ve hiçbir anlamı olmayan mikro milliyetçilik düşmanlığını kimler koydu? Elin Avrupalısı, Amerikalısı bir araya gelerek sınırlarını kaldırıp ortak birliktelikler kurarken, bırakın vizeyi / pasaportu sadece kimliklerini gösterip birbirlerine gidip gelirken, her türlü ekonomik-siyasal- kültürel ve sportif ortaklıklar ve birlikler kurarlarken; bin yıldır beraber yaşayan bizleri kimler ayırdı biliyor musunuz? “Bugün bizi biraz daha ayırmak isteyenler ve aramıza ayrılıkçı fitneler sokanlar!” Tabi ki bunlar da önce Birleşik (!) Amerika ve Birleşik (!) Avrupa dediğinizi duyar gibi oluyorum. Dikkat ederseniz onlar hep birleşikler, bizlerse hep ayrı ayrı…


Bölgemizde şovenizmin her türünden dikkatle uzak kalınmalıdır. Türk-Arap-Fars-Kürt hatta Sünni veya şia şovenizmini inatla yaymak sadece, insanlarımızın kanını dökmekten ve namusuna göz dikmekten başka bir şey bilmeyen sömürgeci batının işine yarar. Bugün Irak’taki kardeşlerimizin yaşadıkları felaketleri ve aynı oyunların bize ve diğer komşularımıza da yapılmak için hazırlanıldığını görünce şöyle demeliyiz: “-Bu topraklarda yaşayanlar yeniden beraber yaşamayı ve böylece güçlenmeyi gündemlerinden kesinlikle düşürmemelidirler.”


Sözün burasına gelmişken Sezai Karakoç’a kulak vermek gerekiyor: ” Siz Fırat’ı ve Dicle’yi bıçakla kesebilir misiniz? Burası senin, burası benim diyebilir misiniz? Oysa Fırat ve Dicle, şırıltılarıyla kendi mecralarında akarken bize diyorlar ki, ’- Sen nasıl parçalanmazsan bir bütünsen ben de bir bütün olarak yalnız türkün, yalnız arabın, yalnız kürdün değilim. Hiç kimse bana tek başına sahip çıkmasın. Ben İslam milletinin suyuyum, onun can damarıyım. Siz de bundan cesaret alınız ve parçalanmayınız, bölünmeyiniz.’ İşte bize coğrafya böyle sesleniyor.” (Çıkış Yolu-1/ Ülkemizin geleceği / Diriliş Yayınları,İstanbul 2002 ) ” -Suriyeliler Hatay üzerinde hak iddia ediyorlar, buna ne diyorsunuz?” Şöyle cevap vermiş Sezai Karakoç:” -Doğru söylüyorlar, Hatay onların. Hatta İstanbul’da onların. Tıpkı Halep’in, Şam’ın bizim olması gibi. ”


Yazar Hakan Albayrak bu konuda şöyle diyordu: “ Türkiye’nin 1 numaralı gündem maddesi Suriye ile birleşmek olmalıydı. Ne hazindir ki bunu söylediğimizde bazı şuurlu kardeşlerimiz bile müstehzi bir yüz ifadesi takınıyorlar; olur muymuş öyle şey? Özgürlük özgürlük deyip duruyoruz; önce beyinlerimizi ve yüreklerimizi özgürleştirelim. Emperyalistler tarafından çizilen suni sınırı beyinlerimize ve yüreklerimize kabul ettirmekten utanmıyor muyuz? Suriye halkıyla dinimiz, coğrafyamız, tarihimiz, medeniyetimiz, çarşımız, mutfağımız, neşemiz, kederimiz, ümidimiz ve korkumuz bir; üstelik kanımız birbirine karışmış, akraba olmuşuz; bütün bunları tali şeyler olarak göreceğiz de emperyalistlerin çizdiği suni sınırı esas kabul edeceğiz, öyle mi? 1096 dan beri çatışma halinde olduğumuz Avrupalılarla birleşmeyi akımız alıyor, ama 9. yüzyıl itibarı ile yoldaş olduğumuz ve 11. yüzyıldan 20. yüzyıla kadar stratejik bir işbirliği sergilediğimiz, aynı halifelerin bayrakları altında barış ve huzur içinde beraber yaşadığımız Suriyelilerle yeniden birleşmeyi aklımız almıyor..Bu nasıl akıl?... “ (İslam Birliği’nin Nüvesi Olarak-Türkiye-Suriye Birliği-Vadi Yayınları )


Türkiye ve Suriye hükümetleri 1999 yılından beri iki ülkeyi birbirine yakınlaştırmak için her türlü çabayı gösteriyorlar. Sadece bizim tarafımızda kalmış sınır boyunca döşenmiş mayınların kaldırılması için hazırlıkların yapılması, yeni gümrük kapılarının açılması, karşılıklı ekonomik bağımlılığı geliştirecek ve sırt sırta vermemizi kolaylaştıracak anlaşmaların imzalanması ve demeçlerin verilmesi yapılan çalışmaların sadece bir kısmı. Suriye Devlet Başkanı Beşşar Esad’ın 2004 yılında Türkiye’ye yaptığı resmi ziyaret büyük yankı uyandırmıştı.


1946 yılından bu yana Suriye tarihinde ilk defa Suriyeli bir devlet başkanı Türkiye’ye geliyordu. Ardından dışardan ve içerden bütün engellemelere rağmen Cumhurbaşkanı Sezer 12-13 Nisan 2005’te Suriye’yi ziyaret etti. Bu ziyaretler, iki ülke ilişkileri açısından olduğu kadar, bölgesel dengeler açısından da yepyeni bir dönemin başlangıcı olarak görülmüştür.


ABD’nin Ortadoğu Projesinin uygulama şansının kalmadığı ortadadır. Bizim esas büyük projemiz ise Ortadoğu ve Orta Asya halklarının geçmişin ışığında, ayrılıkları değil de benzerlikleri ve aynılıkları öne çıkararak yeni bir dayanışma içine girmeleri olmalıdır. ABD sadece zalimce bir hayal olan BOP için yüz milyarlarca dolar harcıyorsa biz hayali bile cihan değer böyle bir ideal için neden gayret etmeyelim? Sonra bu neden imkânsız olsun ki?


Bendeniz gelecekte güçlü bir Türkiye’nin Ortadoğu’daki ve Orta Asya’daki kardeşlerimizle ekonomik-siyasal hatta askeri birlikler kurulmasında öncü olacağına / liderlik yapacağına, böylece yaşadığımız bölgedeki her milletten insanların AB, ABD, Rusya veya Çin gibi sömürgeci ülkelere karşı güçlü ve özgür bir blok oluşturacağına inanıyorum. Böyle hayırlı bir çalışmayı başta ABD ve İsrail ne kadar engellemeye kalksa da Türkiye bunu başarabilecek güçtedir.


Ahmet HATİP