13 Aralık 2011 Salı

TARİHLE ÖZELEŞTİRİ ZAMANI

Dersim konusundaki gelişmeler birçoğunun kafa konforunu bozdu. Devletin halkın hizmetine girdiği demokratikleşme süreci ilerledikçe statükonun ipliği pazara çıkıyor.

Dönemin bir numaralı sorumlusu İnönü’nün CHP’si ve şimdiki Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun statükodan yana oldukları ve bildik klişe tutumlarına devam ettikleri görülüyor.. Halbuki Kemal Kılıçdaroğlu’da Dersim’lidir ve Demirel Hükümetinin Dışişleri Bakanlarından İ.Sabri Çağlayangil’den ‘mağaralara saklananlara zehirli gaz kullanıldığını, yediden yetmişe Dersimlilerin nasıl zehirlendiğini veya kesildiğini’ bizzat dinlemiştir.

1931 yılında Genelkurmay Başkanı Fevzi Çakmak’ın hükümete verdiği raporda; Dersimin cahil olduğunu, zorunlu iskân uygulamak gerektiğini, bölgenin üst düzeydeki memurlarına koloni yönetimindeki yetkiler verilmesi gerektiği, yerli memurların hepsinin bölgeden çıkarılmasını ve silahlı kuvvetlerin müdahalesinin bölge halkına tesir edeceğini yazmıştır.

1932’nin İçişleri Bakanı Şükrü Kaya hükümete verdiği bilgide; Dersimin kuzeyinde yaşayanların batıya göç ettirilmeleri gerektiğini, yapılacak askeri harekâttan önce halktaki silahların toplanmasını, yerli memurlara güvenilmemesini ve askeri uçuş eğitimlerinin Dersim üzerinde yapılmasını belirtmişti.

Yine o yıllarda genç bir hava subayı olan Hava Kuvvetleri eski komutanlarından 12 Martçı Muhsin Batur anılarında özel görev aldığı harekât günlerini anlatmaktan kaçındığını söylemektedir.

Harekâtın sonunda 6000 kız,2000 erkek çocuk başka ailelere verilmiş, Cumhuriyet’e uyumlu/uygun bir şekilde “özel” yetiştirilmişlerdir.

1930’larda başlayan hazırlıkların sonucunda 1937-1938 yıllarında yapılan kıyım/katliam, Dersimlilerin deyimiyle “tertele”, 1934’te bölge halkının silahlarını toplayan devletin kıyımdan sonraki açıklamalarına göre yöre halkının isyanının sonucuydu.

Anlıyoruz ki ‘nazi’ özentisi içinde olan dönemin statükosu bu olayları bilinçli bir proje olarak gerçekleştirmiştir. Bu ‘bilinçli proje’ sonuçlarından biri de yörede yaşayan Alevilerin statükonun en başta gelen taraftarları olmalarıdır. Yani Aleviler bir şekilde ‘Stockholm Sendromuna’ bulaşmışlardır.

Tarihin o dönemini benzeri bir proje olan 28 Şubat süreci ile ilişkilendirebiliriz. 1980’lerden sonra gerçekleştirilen 17 bin 800 faili meçhulün neredeyse dörtte biri bu süreçte gerçekleştirilmiştir. Bunların hepsi dindar insanlardı. Yine bu dönemde 48 bin aile fişlenmişti. Eğer AK Parti hükümetleri ve ‘değişim süreci’ başlamamış olsa idi belki de kırım devam edecek ve 20-30 sene sonra ‘1993/1997 arasında bir İslamcı isyanı vardı’ diye resmi tarihlerine yazacaklardı.

Başbakanımız Recep Tayyip Erdoğan’ın “Dersim Katliamı” konusunda özür dilemesi Yeni Türkiye’nin ölçülerini ortaya koymuştur.

“Devlet artık millete hizmet için vardır.” devletin artık amentüsüdür. Cumhurbaşkanımız Abdullah Gül bile gerekirse Meclise gelip devlet adına bu konuda özür dilemelidir.

Dersim ile ilgili bütün gerçekler olduğu gibi arşivlerden açıklanmalı, insan hakları ihlallerinin tekrarlanmaması için Yeni Anayasa’da gereken önlemler alınmalıdır. Bütün faili meçhuller sorgulanmalıdır.

İnanıyoruz ki Demokratik Değişim süreci ile Anadolu’muz da “kendi halkıyla barışık; halkının hizmetinde, halkı için var olan bir devlet; Orta Doğu’da, Orta Asya’da ve bölgesinde lider ve tam bağımsız bir ülke olma yolunda “ azimle yürünmeye devam edilecektir.

22 Haziran 2011 Çarşamba

SEÇİM SONUÇLARININ SÖYLEDİKLERİ

12 Haziran seçimleri bitti ve Şanlıurfa AK Parti’den 10; BDP’den de 2 milletvekilini Ankara’ya gönderdi. Sonuçların şehrimize hayırlı olmasını diliyorum.
AK Parti teşkilatı Faruk Çelik beyin önderliğinde iyi bir çalışma yaptılar,seçim gecesi, on birinci sıra adayları Bekir Eren’in son anda kazanamaması gerginliğiyle fazla sevinemediler.
AK Parti’nin Şanlıurfa’daki başarısını birileri kendilerine yontma ve siyasi rant elde etmeye kalkma saçmalığında bulunsalar da seçmenin asıl teveccühünün, Genel Başkan Recep Tayip Erdoğan ve Devlet Bakanımız Faruk Çelik’in şahsında Adalet ve Kalkınma Partisi’ne olduğu apaçık bir gerçektir.
Şanlıurfalılar 10 AK Parti’li vekillerinin Yeni Anayasa’nın yapılanmasında bütün güçleri ile destekte bulunmasını;BDP ‘li vekillerimizden de Türkiye’mizin yeni anayasasını desteklemesini ve Türkiye’nin “Demokratik Açılım Sürecine” katkıda bulunmalarını bekliyorlar.
Şanlıurfalılar, Bakanımız Sayın Faruk Çelik beyin önderliğinde feodal yapılanmalardan/ makus talihlerinden kurtulacaklarına; Ankara’nın gönderdiği imkânların artık kendilerine ulaşacağına inanıyorlar.
Ak Parti’nin oyları Türkiye genelinde arttı ama seçim kanunu sürprizi nedeniyle milletvekili sayısı azaldı. Referandumla anayasayı değiştirme gücü olan 330 milletvekilini çıkaramadı. 2002’de % 34 oyla 363, 2007’de % 47 oyla 341 milletvekili çıkaran Ak Parti, 2011’de % 50 oyla ancak 326 milletvekili çıkarabildi.
Ak Parti referandumda “EVET” diyen potansiyel seçmenin 8 puanlık kısmına ulaşamadı. Referandumda “EVET” diyen 523.761 Şanlıurfalıdan, bu seçimde AK Parti’ye oy veren 428.866 Şanlıurfalıyı çıkardığımızda başka partilerdeki 94.895 potansiyel seçmenimizi kaybettiğimizi görüyoruz.
Başbakanımız Recep Tayyip Erdoğan balkon konuşmasında anayasa konusunda “uzlaşma” mesajı verdi. Liderlerden helallik istedi. Bu tabiî ki bir iyi niyet göstergesidir. Anayasa konusunda AK Parti kadar bütün partiler sorumludur. Anayasa değişikliği isteyen kesimlerin/STK’ların bundan sonra daha gür sesle taleplerini tüm partilere haykırmaları ve taleplerinin arkasında durmaları gerekir.
CHP Şanlıurfa’da elinden geleni yaptı. Şehrimizdeki blok oyları pek değişmedi. Türkiye çapında ise CHP oyları ve vekil sayısı arttı. Partideki huzursuz hava iyice gün yüzüne çıktı. Yeni CHP’nin ne olduğu meçhul.Doğuda söylediklerini batıda inkar eden;kendilerinin bile pek inanamadıkları vaatleri ile güven vermeyen CHP iç kavgalar ile bölünmenin eşiğinde görülüyor. Statükodan bir türlü kendini kurtaramayan, Ergenekon’dan medet uman CHP iki hatta üç parçaya ayrılabilir. CHP-MHP anlaşması ile bazı Ergenekoncular meclise girdiler. Milletvekili dokunulmazlığının kaldırılmasını sürekli konuşan CHP’nin Ergenekon davasının sanıklarına dokunulmazlık kazandırmak için TBMM yolunu açması seçmeninin gözünden kaçmadı.
MHP’nin oyları 2007’ye göre yurt çapında“1” puan düştü; milletvekili sayısı 70’den 53’e indi. Seçim boyunca barajı aşamama korkusu yaşayan MHP’yi sıkıntılı günler bekliyor. Bazı dini cemaatlerin başındakilerin MHP’ye destek açıklamaları, cemaatlerin tabanına pek etki etmedi. Seçmen oyunu bildiği gibi kullandı. Bu tür anlamsız açıklamaların ters tepki göstermesi cemaatlerde iç tartışmaların başlamasını getirebilir.
BDP ise milletvekili adaylarını belirlerken kendi açılarından doğru tercihte bulunmasının karşılığını gördü. Kürtçe ibadet talebi, Kürtçe ezan okutma, alternatif namaz ve öğrenci yurtlarını molotofla yakma girişimleri oylarını hayli eritti. BDP bölge halkının inançlarına daha dikkatli olmayı ve seçmeninin “Demokratik Açılım Süreci”ne destek verilmesini istediğini görebilmeli. Bölgemizde BDP’nin güçlü olduğu 12 İl’e baktığımızda ortalama olarak oyların yarısını Ak Parti’nin aldığını görüyoruz. Kürt sorunu konusunda BDP’nin Ak Parti’ye rağmen hareket etmesi söz konusu değildir. Ancak Ak Parti’de BDP’yi görmezden gelmemelidir. Yani Ak Parti ve BDP bölgemizdeki sorunların çözümü için birlikte çalışmak zorundadırlar. Çözümün ilk ayağı tabiî ki sivil anayasa çalışmaları olacaktır. Şanlıurfa’nın 12 milletvekilinin yeni anayasa çalışmalarında birlikte hareket edeceklerine inanıyoruz.

Şanlıurfa’mızdaki demokratikleşme süreci aşağıda görüldüğü gibi hızla devam ediyor.

3 KASIM 2002 MİLLETVEKİLLİĞİ GENEL SEÇİMLERİ

TOPLAM OY: 433.678
AKPARTİ : 99.331 %22.90
CHP : 42.946 %9.90
MHP : 34.442 %7.94
DEHAP : 83.600 %19.3

28 MART 2004 BELEDİYE BAŞKANLIĞI SEÇİMLERİ
TOPLAM OY: 467.403
AKPARTİ : 190.348 %40.72
CHP : 42.551 %9.10
MHP : 13.389 % 2.86
DTP-SHP : 78.742 %16.8

22 TEMMUZ 2007 MİLLETVEKİLLİĞİ GENEL SEÇİMLERİ

TOPLAM OY: 444.915
AKPARTİ : 267.479 %60.12
CHP : 21.271 % 4.78
MHP : 24.084 % 5.41
BAĞIMSIZ : 90.127 % 20.26

29 MART 2009 BELEDİYE BAŞKANLIĞI SEÇİMLERİ

TOPLAM OY: 628.612
AKPARTİ : 248.445 % 39.52
CHP : 17.264 % 3
MHP : 34.422 % 5
BAĞIMSIZ : 119.431 % 19.00

2010 REFERANDUMU

GEÇERLİ OY :556.313
GEÇERSİZ OY : 10.082
EVET :523.761 % 94.15
HAYIR : 32.552 % 5.85

12 HAZİRAN 2011 MİLLETVEKİLLİĞİ GENEL SEÇİMLERİ

TOPLAM OY : 848.278
GEÇERLİ OY : 675.792
GEÇERSİZ OY : 20.805
AKPARTİ : 428.866
CHP : 21.712
MHP : 22.315
BAĞIMSIZ(BDP):119.321

***

10 Haziran 2011 Cuma

OYUMUZU AKPARTİYE VERELİM!

Onlar unuttuğumuzu sanıyorlar.
Unutmadık!
"Ülkeyi darbe ortamına hazırlamak için statükonun hazırladığı projeler sonucunda siyasal amaçla öldürülenlerin yıllara göre sayısı şöyleydi:
1974: 5 kişi,
1975: 27 kişi,
1976: 87 kişi,
1977: 265 kişi,
1978: 760 kişi,
1979: 993 kişi,
1980: 1.766 kişidir.
1974-1980 arasında (12 Eylüle kadar)
2.109'u sol,
1.286'sı sağ görüşlü,
268 diğer siyasi görüşlerden,
281 güvenlik görevlisi,
94 çocuk, 135 belirsiz,
toplam 5.388 kişi öldürülmüştü. "
12 Eylül darbesinden sonraki günlerde halkımıza reva görülenleri tekrar hatırlayalım:
* 650 bin kişi gözaltına alındı ve üç ay süren gözaltı süresinde ağır işkence gördü,
* 1 milyon 683 bin kişi fişlendi,
* Açılan 210 bin davada 230 bin kişi sıkıyönetim mahkemelerinde yargılandı,
* 7 bin kişi için idam cezası istendi,
* 517 kişiye idam cezası verildi,
* 124 kişinin idam cezası Askeri Yargıtay tarafından onaylandı,
* Haklarında idam cezası verilen 50 kişi asıldı.Bunların 19'u sol,8'i sağ,23'ü adi suçlu idi,
* İdamları istenen 259 kişinin dosyası meclise gönderildi,
* 71.500 kişi Türk Ceza kanunun 141-142 ve 163. maddelerinden yargılandılar,
* 98.404 kişi örgüt üyesi olmak suçlamasıyla yargılandı,
* 388 bin kişiye pasaport verilmedi,
* 30 bin kişi "sakıncalı" diye işten çıkarıldı,
* 18.525 kamu görevlisi hakkında soruşturma açıldı,
* 14 bin kişi yurttaşlıktan çıkarıldı,
* 30 bin kişi mülteci olarak yurtdışına gitti,
* 366 kişi "kuşkulu bir şekilde" öldü,
* 644 cezaevindeki toplam hükümlü ve tutuklu sayısı:52 bin kişi idi,
* Cezaevlerinde 299 kişi yaşamını yitirdi,
* 171 kişinin "işkenceden öldüğü" belirlendi,
* 144 kişi " kuşkulu bir şekilde" öldü,
* 14 kişi açlık grevinde öldü,
* 16 kişi "kaçarken" vuruldu,
* 95 kişi " çatışmada" öldü,
* 73 kişiye "doğal ölüm raporu" verildi,
* 43 kişinin " intihar ettiği" bildirildi,
* 937 film " sakıncalı" diye yasaklandı,
* 23 bin 677 derneğin faaliyeti durduruldu,
* 3 bin 854 öğretmen,120 öğretim üyesi, ve 47 hakimin işine son verildi,
* 400 gazeteci için toplam olarak 4 bin yıl hapis cezası istedi,
* Gazetecilere 3 bin 315 yıl 6 ay hapis cezası verildi,
* 31 gazeteci cezaevine girdi,
* 300 gazeteci saldırıya uğradı,
* 3 gazeteci öldürüldü,
* Gazeteler 300 gün yayın yapamadı,
* 13 büyük gazete için 303 dava açıldı,
* 39 ton gazete ve dergi imha edildi,
* Yüz binlerce yayına el konuldu ve imha edildi.
Her gün onlarca genç vatan evladının sağcı-solcu kamplaşmasıyla öldürüldüğü, bazı şehirlerimizdeki insanlarımızın ise Alevi-Sünni düşmanlığı körüklenerek statükonun projeleri doğrultusunda çatıştırıldığı, vuruşturulduğu günleri unutmadık.
Tabi bu puslu ortamda gaza-çay şekerine-yemeklik yağa-mutfak tüpüne-bir paket sigaraya karaborsa uygulayarak, halkı soyarak köşe dönenleri ve insanlarımıza varlık içinde yokluk yaşatanları da unutmadık.
Evet; CHP’ li MHP’ li günleri unutmadık.
Madımakta aleviyi yaktılar;Başbağlarda sünniyi kurşuna dizdiler.Bakın şimdi CHP-MHP-BDP-PKK- ERGENEKON hepsi bir aradalar.Sebep oldukları, kanına girdikleri bunca vatan evladına aldırış etmeden milletimizi enayi yerine koyarak hepsi bir aradalar. AK Partinin oluşturmaya çalıştığı barış ve demokrasi ortamından rahatsız oluyorlar. Bunlara Anadolu insanının dersini vermesi için 12 Haziranda bir fırsat doğdu.
Haydi; hesap için, yeni anayasa için, tüm kaybettiklerimiz için sandık başına gidelim. Çevremizde oy kullanmayanları / kullanamayanları ikna edelim sandığa götürelim.
Gerçek demokrasiye - sivil anayasaya ulaşmak, darbelere hesap sormak için oyumuzu doğru kullanmak yeterli olacaktır.
Gelin, 12 Haziranda oyumuzu istikrardan ve sivil anayasadan yana kullanalım.
AKParti’ye destek vererek insanlık görevimizi yapalım.
Oyumuzu AKPartiye verelim!

6 Haziran 2011 Pazartesi

Yeni Anayasa ve Seçimdeki tercihimiz: Ya Vesayet Ya Tam Demokrasi

Yeni Anayasamız nasıl olmalıdır?
İnsan onuruna dayanan, Yeni Anayasanın en önemli önceliği devlet iktidarı karşısında insanı esas alıp, insan haklarını güvence altına almak olmalıdır. Demokrasi ve insan haklarını daraltan, ideolojik tercihlere değil; birey, özgürlük, halk iradesi, hukukun üstünlüğü gibi vurgulara sahip olmalıdır.
Temel ilke “özgürlük kural, sınırlama istisnadır” ilkesi olmalıdır.
İnsan haklarının düzenlendiği maddeler kısa ve evrensel standartlara uygun olmalıdır.
Herkes, insan onurundan kaynaklanan, kişiliğine bağlı, dokunulmaz, vazgeçilmez ve devredilmez hak ve özgürlüklere sahiptir. Herkesin hak ve özgürlüğünün sınırı, başkalarının hak ve özgürlükleridir. Devletin temel amaç ve görevi, insan haklarını korumak ve bunların önündeki sosyal, siyasi, ekonomik ve benzeri her türlü engeli kaldırmaktır. Anayasa hükümlerinden hiçbirisi devlete, insan haklarını yok etme veya bu anayasada belirtilen ölçülerden daha fazla sınırlandırma yetkisi vermez.
Bireyin dini inanç ve pratiklerini, başkalarının haklarını ihlal etmeden özgürce kullanabileceği bir sosyal, hukuki ve siyasi çerçevenin oluşturulması, insan onuruna yaraşır bir hayatın temel gereklerindendir. Herkes, vicdan, din ve kanaat özgürlüğüne sahiptir. Bu hak, tek başına veya topluca, açıkça veya özel tarzda ibadet, öğretim, uygulama, örgütlenme ve ayin suretiyle düşünce ve inançlarını açıklama ve yayma özgürlüğü ile din veya inanç değiştirme özgürlüğünü de içerir.
Kimse, ibadete, dini ayin ve törenlere katılmaya, dini inanç ve kanaatlerini açıklamaya zorlanamaz; dini inanç, pratik ve kanaatleri ile içinde yer aldığı dini topluluktan dolayı kınanamaz ve suçlanamaz. Herkes, kendi dini ve inancı doğrultusunda eğitim alma ve verme, eğitim kurumları oluşturma ve müfredatını belirleme hakkına sahiptir. Bir dine ve inanca dayalı eğitim ve öğretim ile din kültürü ve ahlak öğretimi kişilerin kendi isteğine, küçüklerin de kanuni temsilcilerinin talebine bağlıdır. Tarafsızlık ilkesinin gereği olarak devlet kamu istihdamında dine, inanca, mezhebe, kanaate ve felsefi görüşe bağlı tercihleri ve pratikleri nedeniyle hiç kimseye ayırımcılık yapamaz. Bu güvence kamu hizmetlerinden yararlananlar için de geçerlidir. Vicdani ret bütün vatandaşlar için haktır. Kimse, dini ve felsefi inanç ve tercihlerine aykırı kamu hizmetlerine zorlanamaz. Vicdani red hakkı kamu yükümlülüklerinde eşitlik ilkesine uygun olarak kullanılabilir.Yeni anayasada ifade özgürlüğü şiddete çağrı, ırkçı, kin ve nefret söylemi, hakaret, özel yaşamı ihlal nedenleri dışında güvence altına alınıp serbest kılınmalıdır.
Uluslararası çalışmalarda Türkiye “yarı-demokrasi” ya da “kısmen özgür” ülkeler arasında gösterilmektedir. Yeni anayasa bu tanımlamaya neden olan vesayetçi mantığı terk etmelidir.Egemenliğin halka ait olduğunu vurgulanmalı, halk adına egemenliğin sadece yasama, yürütme ve yargı tarafından kullanılabileceği belirtilmelidir.
“Egemenlik kayıtsız şartsız halkındır. Halk egemenliği, yasama, yürütme ve yargı organları eliyle ve anayasanın koyduğu esaslara göre kullanır.”
Yeni anayasa mutlaka Türkiye Silahlı Kuvvetleri’ni (TSK) vesayet tartışmalarının dışına çıkaracak düzenlemelere yer vermelidir. Genelkurmay Başkanlığı, Milli Savunma Bakanlığı’na bağlanmalıdır.
Milli Güvenlik Kurulu anayasal kurum olmaktan çıkarılmalı, oluşumu ve çalışmalarında siyasi iktidar tek belirleyici olmalıdır. Genel Kurmay Başkanı dışında asker üyeye yer verilmemelidir. Dış savunma haricindeki tüm güvenlik birimleri İçişleri Bakanlığı’na bağlanmalıdır.
Silahlı Kuvvetler bünyesinde yüksek komuta kademesine yapılacak olan bütün atamalar siyasi otorite tarafından gerçekleştirilmelidir. Genelkurmay Başkanı ve kuvvet komutanlarının Yüce Divan’da yargılanmasından vazgeçilmelidir.
Vicdani red hakkını tanımalı ve vatan hizmetinin diğer kamu kurumlarında da yerine getirilebileceğine ilişkin açık hükümler ihtiva etmelidir.
Devlet Denetleme Kurulu, YÖK, RTÜK, Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu ve Diyanet İşleri Başkanlığı gibi kurumlar anayasadan çıkarılmalıdır.
Devrim Kanunlarına Yeni Anayasada yer verilmemelidir. Devletin ideolojik tarafsızlığı ilkesi ile çelişen Atatürkçülük, Atatürk milliyetçiliği ve Atatürk İlke ve İnkılapları gibi ifadeler kullanılmamalıdır.
Anayasada yerinden yönetimin esas, merkezi yönetimin istisna olduğu ilkesine yer verilmeli, merkeziyetçilik azaltılmalı ve yerel yönetimler güçlendirilmelidir.
Olağanüstü hal rejiminin geçici bir tedbir olduğu; kararının siyasi irade tarafından verilebileceği belirtilmeli; insan haklarına ilişkin güvenceler güçlendirilmelidir.
“Sıkıyönetim”, bir olağanüstü yönetim modeli olmaktan çıkarılmalıdır.
Siyasi partiler hakkında ayrıntılı düzenleme ve yasaklamaya yer veren anlayış terk edilmelidir. Bu çerçevede şu ifade yeterlidir: “Siyasi partiler, demokratik siyasi hayatın vazgeçilmez unsurlarıdır. Şiddeti teşvik etmemek, ırkçılığı ve yabancı düşmanlığını savunmamak koşuluyla siyasi partilerin her türlü faaliyetleri anayasanın güvencesi altındadır.
Siyasi parti kapatma ya kaldırılmalı ya da en azından zorlaştırılmalıdır. Partilerin siyaset yapmasını zorlaştıran yasaklar kaldırılmalıdır. Siyasi partilere hazineden yardım yapılmasından kesinlikle vazgeçilmelidir. Seçme/seçilme konusunda vatandaşlık ve 18 yaş dışındaki sınırlamalar kaldırılmalıdır. “Onsekiz yaşını doldurmuş her vatandaş seçme, seçilme, siyasi partilere üye olma ve her türlü siyasi faaliyette bulunma hakkına sahiptir. Seçme ve seçilme hakkını kullanma, vatandaşın işlediği ve cezasını çektiği bir suç nedeniyle sınırlandırılamaz.”
YSK’nın oluşumu mutlaka çeşitlendirilmelidir. Şu tür bir yapı önerilebilir:
“Yüksek Seçim Kurulu üçü Yargıtay, ikisi Danıştay, üçü sosyal bilimler alanında çalışan öğretim üyesi olmak üzere sekiz üye ile TBMM’de grubu bulunan siyasi partilerin temsilcilerinden oluşur. Üyelerden siyasi parti temsilcisi dışındakiler altı yıl için seçilirler. Yargıtay ve Danıştay’dan belirlenecek üyeler Yargıtay ve Danıştay’ın genel kurullarınca, akademisyen üyeler ise TBMM tarafından seçilirler. YSK’nın kararlarına karşı Anayasa Mahkemesi’ne başvurulabilir.
Devletin temel görevinin bireylerin güvenliklerini sağlamak olduğu belirtilmelidir. Yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığının tesisi için öncelikle devletin ideolojik tarafsızlığının sağlanması zorunludur. HSYK ve yüksek yargının oluşumu ile Anayasa Mahkemesi’nin ve Sayıştay’ın görev ve yetkileri konularında revizyonlar yapılmalıdır.
Anayasa Mahkemesi’nin temel görevinin siyaset üzerinde vesayet müessesesi olarak çalışmak değil, insan haklarının güvence altına alınması olduğuna dair açık bir vurgu yapılmalı; anayasada verilenler dışında başka yetki kullanamayacağı ifade edilmelidir. Üyelerinin çeşitliliği sağlanmalı ve çoğunluğu TBMM tarafından seçilmelidir.
Türkiye’de askeri bürokrasinin siyasi sistemdeki ağırlığının bir sonucu olarak, Anayasaya dâhil edilen Askeri Yargıtay ve AYİM kaldırılmalıdır. Bu yenilik, askeri bürokrasinin sahip olduğu güçlü konumunu normale düşürmek için önemli olduğu kadar, hukuk devletine uygun bir yargının tesisi açısından da vazgeçilmezdir.
Yeni anayasada vatandaşlık etnik temele dayanmaksızın tanımlanmalı ve devletin hiçbir ayırım gözetmeksizin herkese eşit davranacağı belirtilmelidir. Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığı, devlet ile bireyler arasındaki hukuki bağı ifade eder. Vatandaşlar arasında etnik köken, dil, din, mezhep, cinsiyet, ideolojik düşünce ve benzeri hiç bir ayırım gözetilemez. Türkiye Cumhuriyeti’nin bütün vatandaşları eşit haklara sahip onurlu birer birey olarak vatandaşlık hakkından yararlanırlar. Hiç kimse kendi rızası hilafına vatandaşlık hakkından mahrum bırakılamaz.

Eğitimde anadilin kullanılmasına ilişkin yasaklamalar kaldırılmalıdır. Herkes kültürel, bilimsel, dini ve sanatsal faaliyetlerinde anadilini kullanma, anadilinde eğitim, öğrenim ve kamu hizmeti görme hakkına sahiptir. Resmi dilin öğrenilmesi ve öğretilmesi, bu hakkın kullanımına engel değildir. Bu hakkın kullanımına ilişkin esaslar kanunla düzenlenir.
Anayasaların bir toplumsal sözleşme olduğu esprisine uygun, kısa ve öz ifadelerden oluşan ve temel değerlere yer verilen bir Başlangıç metni konabilir. “Biz Türkiye halkı; bütün insanların evrensel hak ve özgürlüklere sahip olduğu inancını taşıyoruz. Tüm bireylerin hiçbir ayrımcılığa maruz kalmaksızın eşit olduğunu kabul ediyor ve bütün farklılıkları kültürel bir zenginlik olarak görüyoruz. Evrensel barış idealini paylaşıyor ve doğanın dengesini korumayı bir insani sorumluluk sayıyoruz. İnsan haklarını, hukukun üstünlüğünü, çoğulculuğu, özgürlüğü ve eşitliği esas alan ve herkesin insan onuruna yakışır bir şekilde yaşamasını hedefleyen demokratik bir düzen kurmak istiyoruz. Bu anayasayı, birlikte yaşama irademizin bir beratı olarak kabul ve teyit ediyoruz.”
Anayasalarda hiçbir surette değiştirilemez hükümlere yer verilmemelidir.
Yeni anayasayı mutlaka parlamento yapmalıdır. Ayrıca % 10 baraj uygulaması nedeniyle parlamento dışında kalmış siyasi partiler ve sivil toplum sürece dâhil edilmelidir. (SDE “Yeni Anayasa” raporundan alıntılar yapılmıştır.)

Bürokratik Cumhuriyet’ten Demokratik Cumhuriyete doğru yol alıyoruz. ‘Tam Demokrasi’ Türkiye’nin vazgeçilmez bir arayışıdır.
Yönetimde halkın söz sahibi olması, halk iradesinin güçlenmesi ve demokratikleşmenin mücadelesi ülkemizde neredeyse bir asırdır devam ediyor.
12 Eylül Anayasa Referandumu bir Anayasa onarımıydı. Halkımız ona EVET diyerek %58 gibi makul bir çoğunlukla bu demokratikleşme hamlesine destek verdi. Bu destek Urfa’da %95’ lere kadar yükseldi.
Sivil, demokratik bir Yeni Anayasa’nın yapılabilmesi için 12 Haziran seçimleri de çok önemli. Anadolu’nun Demokratikleşme hamlesinin ‘Yeni Anayasa’ adımı 12 Haziran seçimleriyle atılacak. Referandumda neden ‘Evet’ dediysek bu seçimde de aynı gerekçelerle tercih yapmalı onun için AK Parti’ye ‘Evet’ demeliyiz.
Ergenekon ve darbe davalarının bitirilebilmesi, çetelerin hesap vermesi; makul çoğunluğun siyasi iradesinin bu takibi sürdürebilmesi; Askeri Bürokratik vesayetin son bulması; Hukukun üstünlüğü ve özgürlüklerin genişletilmesi; İç barış ve huzurun tesisi ve istikrarın temini; Çetelerin bertaraf edilmesi; Cuntacı zihniyetin tasfiye edilmesi; Terörün asgariye inmesi; Kürt sorununun çözüm yoluna girmesi; Alevi meselesinin halledilmesi; Gerilim ve kutuplaşmaların sona ermesi; devletle halkın barışması; Demokratikleşme adımlarının hızlanması ve Demokratik Değişim sürecinin güçlenmesi için bu seçim çok önemlidir…
Vesayetsiz Tam Demokratik bir Türkiye ve Güçlü, müreffeh ve kalkınmış bir ülke için;İnsan onuruna dayanan, sivil, demokratik ve yeni bir Anayasa için;’Yeni Türkiye’ için tercih kullanmalıyız: AK Partiye EVET demeliyiz.

23 Mayıs 2011 Pazartesi

NİYE AKPARTİ?

Seçimlere az bir süre kaldı.
Anadolu insanı artık; “Demokrasi” istiyor. “Milli Birlik” istiyor.“Kardeşlik” istiyor.” Barış” istiyor.
Anadolu insanı artık bu ülkede evlatlarının ölmesini, anaların babaların ağlamasını, ocakların sönmesini istemiyor.
Hepimizin yakından izlediği “Demokratik Değişim Süreci” yeni AKParti hükümeti döneminde de tüm hızıyla devam edecektir. Ülkesini seven herkes bu süreci kolaylaştırmak için elinden geleni yapmalıdır.
Türkiye’miz bu güce, bu iradeye, bu inanca, bu vizyona sahiptir.
Yeni Anayasa çalışmaları hemen başlayacaktır. Bundan böyle “üstünlerin hukuku” değil “hukukun üstünlüğü” söz konusu olacaktır. Çünkü, milletin devlet için değil; devletin millet için var olduğu devir başlamıştır.
2023 Türkiye hedefine ulaşmak için; Yeni Türkiye’nin, Yeni Anayasasının çıkarılmasında Şanlıurfa’dan da kolaylık sağlamak için; en fazla Şanlıurfa Milletvekilini göndermek Şanlıurfa’nın boynunun borcudur. Bunu başarmalıyız. Sayın Başbakanımızın önderliğinde,
Sayın Bakanımız Faruk Çelik’in getirdiği enerjiyle hep birlikte başaracağız. Buna inanıyoruz.
Bu devir “İnsanı yaşat ki devlet yaşasın” devridir.
Bu topraklarda Türklerle, Kürtlerle, Alevilerle ve diğer unsurlarla kavga devri bitmiştir artık. Bu devir hep birlikte var olma devridir.
Artık Anadolu insanı birinci sınıf vatandaştır.
Gençlerimiz düşüncelerini, enerjilerini ve terlerini kavga için değil; istikbalde lider ülke olacak Türkiye için harcayacaktır. Bunun için gereken imana, tarihi birikime ve ferasete sahibiz.
Ülkesini sevdiğini konuşanlar/düşünenler davranış ve söylemlerine daha da dikkat etmeli, demokratikleşme sürecini engellemeye yönelik provokasyonları doğru tahlil etmelidirler. Kardeşliğimizin önünde önceden beri duranlar, direnenler, statükonun devam etmesini, ölüm ve gözyaşının devam etmesini isteyenlerin bütün hesapları bu seçimin sonunda boşa çıkacaktır.
İçeride devlet-millet yakınlaşması, dışarıda ise yepyeni bir vizyon sahibi olan lider ülke olma adımlarımız birilerini telaşlandırsa da bu yeni süreç başarıyla devam edecektir.
Unutmayalım, “Biz birlikte Türkiye’yiz !”
***
Türkiye’mizin demokratikleşme sürecini omuzlayan AKParti’yi en fazla milletvekili çıkararak desteklemek bütün Anadolu insanının, en önce de Urfalıların boynunun borcudur. “Niye Urfalılar?” diye soracak olursanız bunun iki temel nedeni vardır.

1. Urfa tarih boyu Türklerin-Kürtlerin-Farsların ve Arapların medeniyetlerinin ‘kesişme noktasında’ olması nedeniyle kültürlerin kaynaşma merkezidir. Bu, birlikte yaşama örnekliğini gösteren şehrimiz insanının “anlayışının ve hoşgörüsünün” bütün bölgede örnek alınacağının göstergesidir.
2. Bu güne kadar, siyasetçi/aşiret beyi geleneksel cenderesinden kurtulamayan; bunun sonucunda da devletten gönderilen ama bir türlü kendisine ulaşamayan hizmeti alma ve tabiî ki demokratikleşme konularında diğer Anadolu şehirlerinden çok ama çok gerilerde kalmış bir yerleşim bölgesinde yaşıyoruz. Bu makus talihimizin değişmesinin işte tam zamanıdır. Urfa’ya devlet gelmiştir. Devlet Bakanımız Sayın Faruk Çelik’in Urfa’mızdan birinci sıradan aday gösterilmesi, kısa bir süre içinde en uzak köşelerine kadar şehrimizin analizini yapması ve çözüme götürecek çalışmalara hemen başlaması “Yeni Türkiye”nin, “Yeni Urfa”sının müjdesini vermektedir.

Urfalılar gelecekleri için Sayın Bakanımızın istediği desteği AKParti’ye on iki milletvekili kazandırarak mutlaka vermelidir.
Bu destek hepimizin görevidir.