18 Ekim 2007 Perşembe

UYGARLAŞMAK ?

Tatilden dönen dostlar genellikle hep aynı şeyleri söylüyorlar : “Tatil beldelerindeki insanlarımız ; çıplaklık, içki içme , sevgi / saygı, günlük ilişkiler vb. konularda aynı batılılar gibi olmuşlar , özellikle ahlaki çöküntü had safhaya gelmiş , bundan böyle tatil için deniz kıyılarını değil yaylaları tercih edeceğiz.” Yine tatil için memleketine gelen üniversite hocası olan bir arkadaşım bir seminer için gittikleri İtalya’da ikram edilen yemeklerin bazılarında domuz eti veya sosu olduğunu söyleyip uyaran , isteyenlere farklı servis yapabileceklerini söyleyen lokanta görevlilerine , kendisiyle beraber birkaç kişinin yemeğinin değiştirilmesini istediğini , geri kalanların da aldırmadıklarını anlatmıştı. Eski bir öğrencim , memur olan eşinin birkaç yıl önce başörtü konusunda yapılan uyarılara dayanamayıp başını açtığını,kendisinin de teferruat deyip pek aldırmadığını, şimdi de eşinin makyaj yapıp daha açık giyinmesine engel olamadığını utana sıkıla anlatmıştı.Sokaklarda bazı hanımların “dar ve şeffaf giysilerin de çıplaklık hükmünde olduğu” uyarısını unutup ; daracık pantolon ve kısa kollu tişört üzerine başlarını örtmeleri ise bir başka deforme örneği olsa gerek.Bu yeni modanın ismi ‘ Üstü hakka altı halka açık’ olmalı... Avrupalılaşıyoruz ya , örnekleri çoğaltmak mümkün...Kendimizi bildik bileli okuduğumuz gazetelerde , dinlediğimiz televizyon haberlerinin çoğunda bu ülkenin kurtuluşunun AB ye girmekle olacağını ancak Avrupalılaşırsak daha çok uygarlaşacağımızı söylüyorlar.“ Bu nasıl uygarlıktır, bu gidişin sonu ne olacak?” diye kendime sorarken aklıma Feridüddin-i Attar'ın eseri Mantîku't-Tuyr (20. bl.) deki Şeyh Sanan“ hikayesi geldi,sizlerle paylaşayım istedim.
“ Şeyh-i Sanân yarım asırdan beri bulunduğu fütuhat topraklarının Hıristiyan olan yerli ahalisini İslam'a davet eden, Müslüman ahaliyi irşad eden bir sûfi şeyhidir. Tam 50 yılını bu işe verir. Şeyh-i Sanân bir gün, Batıya doğru irşad seferine çıktığında gönlünü bir Hıristiyan dilberine kaptırır. Şeyh in aşkı kara sevdaya dönüşür ve Hıristiyan maşukasına evlilik teklif eder. Hıristiyan dilberi, göğsüne kadar uzanan ve yüzüne gizemli bir vakar veren sakalı, başında derviş külahı, sırtında şeyh cübbesi, yanında kendilerinden olağanüstü ilgi ve saygı gördüğü müritleriyle her gittiği yerde, yalnız Müslümanların değil Hıristiyan ahalinin de ilgi odağı olan şeyhin kendisine olan tutkusunun farkına varır. Onun teklifine karşılık "Bir şartım var!" der; "Sakalını keser, sırtındaki kıyafetleri çıkarırsan bu iş olur." Şeyh-i Sanân, duygularının esiri olarak Hıristiyan dilberinin bu teklifini kabul eder,Hıristiyan ahalinin giydiği elbiseleri giyer beline de onların taktığı kuşağı sarar,sakallarını da keser. Onun bu halini görenler sözünü dinlemez, sohbetine de gelmez olurlar. Buna karşılık Hıristiyan dilberi işi savsaklamaktadır. Sonunda bir şartı daha olduğunu söyler: "İrşad işini tamamen bırakıp bizim beldeye yerleşeceksin!" Şeyh artık dönülmez bir yola girmiştir. Bu şartı da yerine getirir ve tekkesini müritleriyle birlikte terk ederek Hıristiyan beldesine göç eder. "Haydi artık" der maşukasına, fakat o eski şeyhin yüreğine zincirini taktığını fark etmiştir bir kez. Konukları olan şeyhe şarap ve domuz eti sunarak onu yemeğe mecbur bırakır: "Bizim yediğimizden yiyip içtiğimizden içmezsen ben seninle nasıl koca bir hayatı birlikte geçiririm?" Şeyh hayatının ilk içkisini bunun üzerine yudumlar ve domuz etini yer. Fakat, verdiği bütün bu tavizler karşısında artık Hıristiyan maşukasını elde etmek için yanıp tutuşmaktayken, kızın ailesi, başlık yerine peşinen domuz sürülerini gütme şartını önüne koyarlar. Şeyh-i Sanân, çaresiz bu şarta da evet der. Bu kez Hıristiyan dilberi, "Madem Müslüman kıyafetini çıkarıp Hıristiyan kıyafetini giydin, Hıristiyan memleketini memleketin edindin, bizim gibi içki içip domuz eti yedin, hatta domuz çobanı bile oldun, bari son şartım olarak dinini de değiştirip benim dinimi benimse de bu düğün hediyen olsun" der. Şeyh-i Sanân , gele gele sonunda Hıristiyan bir domuz çobanı olup çıkar.......”
Hikayeyi anlatan farklı kaynaklar kızın babasının “ Benim ,domuz çobanına verecek kızım yok .” deyip de kızını vermediğini söylerler. Bu hikayenin ; III. Ahmet'ten bu güne devam eden "batılılaşma” / "bâtıllaşma" hareketine benzerliği çok ilginçtir. Kıssadan hisse çıkarabilmeyi umut ediyorum.

E.Ahmet HATİP

Hiç yorum yok: