25 Aralık 2007 Salı

SON DÖNEM KÜRT SİYASETİ

Bugün son günlerde gelişen Kürt siyaseti hakkında düşündüklerimi yazmaya çalışacağım। Osmanlı Devleti sonrasında suni olarak oluşturulan Kürt sorununun kaynağı, oluşumu, gelişimi, süreci vs konulardaki düşüncelerimi ise başka yazılarımda dile getireceğim.
Ak Parti hükümetinin önemle üzerinde durduğu ‘Sivil Anayasa’ çalışmalarının önemli bir konusu da yıllardan beri deşilen ve dış mihraklarca da kışkırtılan Kürt sorununa demokratik bir çözüm getirmek olmalıdır. Bunun için tabi ki bir dizi çalışma yapılaması gerekiyor. Terör örgütünün yok edilmesi bu konudaki çalışmalardan sadece ve sadece birisidir.

Kürtler yıllardır devletten bekledikleri temel demokratik insan hak ve özgürlüklerine bu 'Sivil Anayasa' sayesinde kavuşabileceklerdir. Burada ilginç olan, yıllardır kendilerini Kürtlerin temsilcisi olarak sunan solcu ve laikçi örgütlerin bırakın bu süreci desteklemek ve demokratik katkıda bulunmak; bilakis köstek oldukları, hem söylemlerinde hem de eylemlerinde apaçık görülmektedir. Burada parantez içinde belirtmek gerekir ki nasıl Kürtlerin demokratik taleplerini karşılamak yolunda atılan adımlara ilk karşı çıkanlar veya ajite edenler radikal kürt örgütleriyse, dindar Müslümanların örtünme, eğitim, ibadet vs. konulardaki taleplerine yardımcı olunacak demokratik adımlara karşı çıkanların/muhalefet edenlerin, yıllardır bu konuları dile getirenlerden bazıları olması düşündürücüdür.
Görüldüğü gibi bugüne kadar izlenenin dışında bir strateji ile terör örgütü artık bitiş çizgisine doğru gidiyor। İzlediğimiz kadarıyla önce terör örgütünü yalnız bırakmak için diplomatik ve siyasi temaslar yapıldı. Bunu ise terörist ailelerinin, çocuklarının dağdan inmeleri için ikna edilmesi takip etti. TCK’ nın 221.maddesi pişmanlık duyacak terör örgütü üyelerine uygulanıyor. “Suç işlemek amacıyla örgüt kuran, yöneten veya örgüte üye olan ya da örgüt adına suç işleyen, örgüte bilerek yardım eden kişinin, gönüllü olarak teslim olup, örgütün yapısı ve faaliyeti çerçevesinde işlenen suçlarla ilgili bilgi vermesi halinde cezaya hükmolunmaz. Kişinin bu bilgileri yakalandıktan sonra vermesi halinde, hakkında bu suçtan dolayı verilecek cezada üçte birden dörtte üçe kadar indirim yapılır.” Bu madde bir nevi ‘eve dönüş yasası’ olarak algılanıyor ve uygulanıyor.

Anlaşıldığı kadarıyla Türkiye; Irak hükümetinin sağlamış olduğu bir imkânın terör örgütü üyelerince de değerlendirilmesine izin veriyor। Yani terör örgütü üyeleri, kendileri isterse Irak Ordusuna kaydolarak normal hayata dönebiliyorlar. Belirli bir işe dolayısıyla maaşa, evlenip çoluk-çocuğa karışarak bir aile sahibi olup normal hayata dönüyorlar, rehabilite oluyorlar. Sadece son dönemde 1000’den fazla terör örgütü üyesinin Irak Ordusuna kayıt yaptırdığı görülüyor. 221. maddeden ve Irak Ordusuna katılmaktan uzakta duranları ise neyin beklediği, Türk Ordusunun son operasyonlarının sonuçlarında apaçık görülüyor.

Parti kapatmalar bugüne kadar Türkiye’mize hiç yarar getirmedi। DTP’nin kapatılmasını isteyenler ise eski alışkanlıkları depreşmiş olanlar, problemlerden beslenenler yani statüko yanlıları. Ama burada eski söylemlerin yeniden düzenlenmesi gerektiğini ve somut bir şekilde teröre karşı olduklarını belirtmeleri, içinde bulunulan demokratik süreçten Kürtlerinde azami ölçüde faydalanması için öncü olmaları gerektiğini düşünüyorum. Yoksa halktan kopuk radikal hareketler Türk solunun sonunda olduğu gibi marjinal grupçuklar olmayı getiriyor. Gidişinde aynı o yolda olduğu görülüyor…

Önümüzdeki dönemde Kürt siyasi hareketinde yeni anlayışlar ve yeni oluşumlar gerekmiyor mu? Mesela liberal görüşler taşıyan veya mütedeyyin Kürt vatandaşlarımıza hitap eden İslami hassasiyetleri olan siyasi hareketler neden yapılanmasın। Bu hareketler bütün partiler içinde güçlü gruplar oluşturabilirler veya yeni siyasi partiler kurabilirler diye düşünüyorum. Tabi burada atılan her yeni farklı demokratik adımı veya düşünceyi hemen damgalayarak veya karalayarak sosyalist/laikçi Kürt hareketinin dışında bir oluşuma tahammül edemeyenlerin oyununa da gelmemek gerekir diye düşünüyorum.

Bakalım önümüzdeki günler bize neler gösterecek. Aynı vatan/devlet/bayrak altında, kardeşlik şuuru içinde, binlerce yıldır olduğu gıbı yaşayarak, Ortadoğu’daki bütün halklara güzel örnek olmaya devam edeceğimiz günler yaşamamız dılegıyle dua edelim...

19 Aralık 2007 Çarşamba

14 Aralık 2007 Cuma

YENİ ANKARA

Türkiye’miz son 80 yılının en hızlı günlerini yaşıyor. Gerek içeride gerekse dışişlerindeki gelişmeler baş döndürücü bir hızla ilerlemekte. Bu günkü yazımızda ülkemizin dış ilişkilerindeki gelişmeleri anlamaya çalışacağız.

Dış ilişkilerimizdeki önemli tarihlerden biri 5 Kasım’dı. Başbakan R.Tayyip Erdoğan’ın ABD ziyaretinin dışarıya yansıyan en önemli konusu PKK terör örgütü idi. Her türlü desteği verdiğini sağır sultanın bile duyduğu PKK’yı; toplantıdan birkaç gün önce “dağdan inen adamlar” diye tanımlayan ABD Devlet Başkanı Bush’un toplantıdan sonra ise “ortak düşman” ve “terör örgütü” olarak adlandırması ilginçti. Anlaşılan o ki ABD ve Türkiye’nin 1 Mart tezkeresinin ardından oldukça gevşeyen ve 15 Mayıs 2006’da kopan ilişkileri, 5 Kasım toplantısında da Türkiye’nin PKK terör örgütü ile sınırlandırılmış taleplerinin, ABD’nin sonucu şüpheli bir şekilde kabul etmesinden başka bir şey getirmedi. Sonuçtan, Türkiye genel olarak pek memnun olmadı ve kendi çizdiği yoldan yürümeye devam etti. Aynı günlerde İran ile yeni enerji antlaşmalarının imzalanması bunun kanıtlarından sadece biriydi.

Suudi Arabistan Kralı Abdullah’ın ardı ardına ülkemizi ziyaret etmesi sonra Mısır’a gitmesi büyük önem taşıyordu. Suudi Arabistan’la yaptığımız antlaşmalarda; ziyaretlerin karşılıklı olarak devam ettirilmesi, terör ve suçla mücadelede karşılıklı işbirliği yapılması, serbest ticaret antlaşmalarının sonuçlandırılarak her iki ülkenin işadamlarının yatırımlarına yardımcı olunması ön plana çıkan hususlar oldu. Bunların hepsinden önemlisi tüm dünyada barışın-istikrarın-refahın sağlanması için birlik arayışlarının söz konusu edilmesiydi.

Yine daha düne kadar oyuna getirilmek ve birbiriyle savaştırılmak istenilen ülkeler, Türkiye’nin gayretleriyle alışılmadık bir süreç yaşıyorlar. Türkiye-Suriye-İran-Pakistan-Suudi Arabistan-Mısır gibi ülkeler bir araya gelerek sorunlarını birlikte çözmek için adımlar atmaya başladılar. Hiç kuşkusuz bunların bir araya gelmelerinde ABD’nin Irak’ı işgali ile yaptığı katliamlar/zulümler ve Büyük Ortadoğu Projesi (BOP) ile bölgede, sınırlarda, siyasi çerçevede ve coğrafyada yapmak istediği yeni düzenlemeleri önemli rol oynadı. Bölge ülkelerinin ortak tehdit algılamaları bir araya gelmelerinin ve ortak adımlar atmalarının sebebi oldu. İran’ı Şii dünyasının; Türkiye’yi ise sünni dünyasının başına getirerek çatıştırma oyunları geri tepti ve aksine Yeni Ankara’nın gayretleriyle bir işbirliğine dönüştü.

Türkiye’nin gayretleriyle oluşturulan bu yakınlaşmalar körfez sermayesinin Türkiye’ye akmasına, İran Cumhurbaşkanı Mahmut Ahmedinejad’ın SuudiArabistan’ı ziyaret etmesine ve bölgesel ve ikili antlaşmalar yapmasına sebep oldu. Yine Türkiye, Pakistan ile Afganistan arasında hakemlik yapmayı üstlendi. Suriye ile Türkiye çok ileri aşamalarda işbirliğine girdiler. Bu anlamda Suriye Kıbrıs Türk Devleti’nin pasaportlarını tanımaya başladı.

İsrail ile ilişkilerde kontrolün ele alınması ve Filistin’e destek verilmesi de önemli adımlardı. Filistin ve İsrail Devlet Başkanlarının Ankara’da bir araya getirilmesi önem kazandı. Bununla Türkiye bölgedeki önemini bir kez daha kanıtlamış oldu.

İslam Konferansı Örgütü(İKÖ)’nün etkinliğinin artması ve Arap Birliği toplantılarına ilk defa bir Türkiye Başbakanı’nın davet edilmesi Türkiye’nin bölgedeki ağırlığını gösteriyordu.

Yanı başımızdaki Irak’ta bazı Şii aşiretlerin Türkiye ile işbirliği yapma talepleri; Kuzey Irak’taki Kürt ve Suni aşiretlerden gelen birleşme talepleri; Barzani’nin, öncekilerinin tam aksi istikamette yaptığı Aralık ayının ilk haftasındaki açıklamaları önümüzdeki dönemde bu bölgemizdeki insanlarla da birlik ve beraberliğimizi çok daha fazla pekiştireceğimizin habercisidir...

Bütün bu alışılmadık gelişmeler dünyada ‘Osmanlı Barışının’ özleminin bir sonucudur. Bu Yeni Ankara vizyonunun gelişmelerini bir hayal olarak yorumlayanlar da olabilir. Kendi tarihinden, özgüveninden kopmuş olanların yaşadığı bu tür bir komplekse hiç birimiz yabancı değiliz. Bu yüzden pek şaşırmayız da. Ama 80 yıldır; olaylara bakışımızı / düşüncelerimizi ve yorumlarımızı yönlendirenlerin istedikleri yerden değil de daha yukarı bir pencereden bakarak ezberi bozmamız gerekmiyor mu?