28 Mart 2008 Cuma

UZLAŞMA(?)

Haziran 1944’de başlayan ABD sevdamız, 1952’den beri devam eden NATO maceramız; dışardan bakıldığında tam bir ‘Stockholm Sendromu’ görüntüsünü veriyordu. Bu sendrom sözlüklerde aşağı yukarı şöyle tanımlanıyor: ” Rehin alınan, eziyet edilen, baskı altında tutulan, tecavüze uğrayan kişinin bir süre sonra bunu yapan kişiye karşı duyduğu sempati, aşk hatta bağlılık durumu. Baskı altında kalan kişi bir süre sonra üstündeki baskıya sebep olan kişiye öyle bir alışır ki onsuz kendini eksik hisseder, ona bağımlı hale gelir. Onun yaptıklarını kendi kafasında meşrulaştırmaya ve onu dünyaya açılan tek kapısı olarak görmeye başlar.” İşte bu sendromdan/felaketten kurtulmamızın ilk adımı olan 1 Mart tezkeresinin akabinde başlayarak, 2006 yılının ortalarında tam bir dönüm noktası yaşayan, Türkiye’mizin özgür, lider ve büyük ülke olma yolundaki atılım süreci büyük bir başarıyla devam ediyor.
Bundan önceki birçok analiz çalışmamızda bu konuları teferruatlıca anlatmaya çalışmıştık. Arşivimizden dilerseniz göz gezdirebilirsiniz. Ama genel olarak toparlayacak olursak şunları söyleyebiliriz:
Bu dönemde dış politikadaki yolumuzu ülke menfaatlerine göre yönlendirmemiz sonucu bütün komşularımızla ilk defa iyi ilişkiler kurulabildi. Türkiye’nin Ortadoğu’daki çözümün /barışın, olmazsa olmazı olduğu bir kere daha ortaya çıktı. Ülkemizin attığı olumlu adımlar bölgede anında karşılık buldu. Başta İran ve Suriye olmak üzere bütün bölge ülkeleri bu konuda Türkiye’nin arkasında olduklarını gösterdiler. İKÖ’nün somut çalışmaları bir İslam Birliği ve İslam Barış Ordusu fikirlerinin ciddi olarak gündeme getiriyor artık. Ortaasya ülkeleriyle de başkentinin İstanbul olması söz konusu olan ekonomik/siyasi birlik çalışmaları hâlâ devam ediyor. ABD ile kolonyalist ilişkiler yerine ülkemiz çıkarlarını birinci plana çıkaran bir tavır sergilenmeye başlandı. AB ile ilişkilerde de ülke menfaatlerini önceleyen bir duruş sergilenmeye başlandı.
İç politikamızda ise Anadolu insanından yana yine baş döndürücü gelişmeler yaşandı. Milletimiz artık devletin kendisi için var olduğunu anlamaya başladı, güvenini tazeledi. Kendi istediği bir kişiyi Cumhurbaşkanı seçti. Bu güne kadar hep önü kapatılan milletimiz “Yeni Anayasa” ile artık asıl vasfına kavuşacağını gördü. Başta örtünme olmak üzere engellenen bütün ibadetlerinin “Yeni Sivil Anayasa ” ile çözüme ulaşacağını anladı. Bu güne kadar yok sayılan Kürtlerin, Türkiye’mizin hep birlikte var olma yolunda kültürel hak ve hürriyetlerinin tanınacağını ve bu konunun istismarını yapanlardan da kurtulacağını gördü. Ülkemiz insanının başına çöreklenen, ‘aynı merkezden’ yönlendirilen, sağ-sol, alevi-sünni, laik-anti laik, Kürt-Türk bölücülüğü yaparak on binlerce insanımızın ölmesine, yüz binlerce insanımızın yaralanmasına/sakat kalmasına ve cezaevine girmesine sebep olan dolayısıyla terörden nemalanan bu çetelerden/örgütlerden kurtulacağını anladı.
Halkımız artık birinci sınıf vatandaş olacağı bu olumlu gidişe olan desteklerini büyük bir sevinçle ve bütün ferasetiyle seçim sandığına yansıttı. Bu değişim sürecinin sonuna kadar arkasında olacağını da bu şekilde gösterdi.
Tabiî ki bu süreçten rahatsız olan ve ülkemizi tekrar ABD’ye teslim etmek isteyen kişi ve kurumlar da boş durmamaya başladılar. “Tehlikenin Farkında mısınız?” sloganıyla bunlar harekete geçirilmeye başlanıldı. Uğur Mumcu, N.Hablemitoğlu, A.İpekçi, Sabancı ve benzeri suikastlarla aynı yerden servis edildiği izlenimi veren Danıştay, Hrant Dink ve Malatya’daki misyoner katliamı benzeri suikastlar birbirini takip etmeye başladı. 27 Nisan bildirisi ile hem içerideki demokratik süreci hem de ülkemizin dış menfaatlerini de engellemeye çalıştılar. Ardından 411 milletvekilinin ‘evet’ dediği başörtüsüne özgürlük girişimi ‘kaos’un gerekçesi gösterilip karanlık senaryolar yazıp oynamaya devam edildi. Bu senaryonun oyuncularından biri olan; dağda baskınlar ve yerleşim merkezlerinde gösteriler yapan pkk’lıların bu dönemde eylemleri gözle görülür bir şekilde hız kazandı. Türk Ordusunun örgüt kamplarına yaptığı başarılı harekât sinsi çevreler tarafından hem küçümsendi hem de ABD gölgesinde yapıldı iftirasıyla hor görüldü. Halkın oyunun yarısını almış olan hükümetteki partinin kapatılması söz konusu edilmeye başlandı. Seçkinci statükonun uzantısı olan; 1960’lardan beri yapılan bütün darbelerin- suikastların- terörün- anarşinin- pkk bölücülüğünün- Sivas/Maraş/Çorum ve benzeri sosyal olayların- mafya örgütlenmelerinin- 17 bin küsur faili meçhulün- bütün siyasi ve ekonomik istikrarsızların içinde parmakları olan ve bunlardan biri olan‘Ergenekon’ diye adlandırılan çetelerinin tasfiye edilmesi ve bazıları emekli yüksek rütbeli subay-emekli üniversite rektörü-parti başkanı-gazeteci olan darbeci, çeteci elebaşlarının yakalanıp cezaevine konulmaları, haklarına dava açılması yolunda atılan cesur adımlar yine aynı çevrelerin basın ve yayın kuruluşları tarafından sanki bir haksızlık yapılıyormuş ve istikrarsızlığa, kaosa sebep olunuyormuş yaygarasıyla ifade edilmeye başlandı. Bu çetelerin şakşakçıları kendilerince gösteriler ve gürültüler yaptılar.
Yine bu çevreler bu günlerde ‘uzlaşma’ kelimesini daha çokça kullanmaya başladılar. Son olarak da TÜSİAD öncülüğünde uzlaşma çağrıları yapmaya devam ediyorlar. Kendilerine STK adını veren bazı kuruluşlarda hemencecik hazır kıta olarak destek verdiler tabi.
TDK uzlaşma kelimesini “Aralarındaki düşünce ve çıkar ayrılığını, karşılıklı ödünlerle kaldırarak uyuşmak” şeklinde tarif etmektedir. Bu sözlük anlamından yola çıkarak; eğer, tekrar seçkinci statükonun hayalini kuran bu çevreler yukarıda bazı örneklerini saydığımız her türlü kire bulaşmış derin çetelerin elebaşlarının bu senaryolarla, bildirilerle kurtulacağını ve ülkemizdeki değişim sürecini yavaşlatacaklarını sanıyorlarsa aldanıyorlar.
Şunu bilmeliler ki halkımız ne olup ne bittiğini çok iyi görüyor.
Hoşgörüyse, dünyada halkımızdan daha hoşgörülüsünü bulamazsınız çünkü bunca yıldır seçkinci statükocuların kahırlarını çekiyoruz.
Hiçbir şekilde gerilmiş falan da değiliz.
Kaos sözünü edenlerin asıl fail olduğunu da görüyoruz.
Ülkemizin demokratikleşme/özgürleşme yolunda yürüyen adaletli, önder ve büyük bir ülke olacağına, canımıza/malımıza/ekmeğimize/aşımıza/özgürlüğümüze/onurumuza göz koyan bu ve benzeri çetecilerle hiçbir şekilde uzlaşma falan da olmayacağına inanıyoruz.
***
E.Ahmet HATİP
hatipce@gmail.com