18 Ekim 2007 Perşembe

MAZLUM ÖĞRETMEN

MAZLUM ÖĞRETMEN
Mesleğin ilk yıllarında tanışmıştık onunla. Tunceliliydi. İsmiyle yaşam tarzı aynıydı.Evli ve üç çocuğu vardı.İyi bir dost ,iyi bir öğretmendi. Eşlerimiz de iyi anlaşırlardı. Çocuklarını çok severdik. Geçenlerde onların iyi bir eğitim alıp güzel mesleklere sahip olduklarını, evlenip çoluk çocuğa karıştıklarını öğrendim. Mazlum’da emekli olmuş . “-İhtiyar olmuş.” diyordu onu Elazığ’da gören bir arkadaşım. Harran ovasında, aralarında birkaç kilometre olan ayrı köylerde görev yapıyorduk. Bazı hafta sonlarında veya uzun kış gecelerinde bir araya gelir muhabbet ederdik. Anılarını anlatırdı bize.Nasıl yoksullukla mücadele ettiklerini , hangi şartlarda öğretmen okulunda okuduğunu anlatırdı bize. Anlatımı sızlanma veya şikayet etme tarzında değil ibret ve ders almak içindi.Anlatımına nüktelerde katıp bizi kah ağlatır kah güldürürdü. Anılarından ikisini sizlerle paylaşmak isterim.
Mazlum ; öğretmen lisesinin son sınıfında okuduğu yıllarda çalışkanlığı ve terbiyesiyle öğretmenlerinin gözdesi olmuş . Bir gün lojmanda oturan edebiyat öğretmeni kendisine kitap vermek için eve çağırmış. Öğretmeni bitişik odada kitapları ararken , Mazlum’a masadaki meyvelerden yemesini söylemiş. Gerisini şöyle anlatıyordu Mazlum : ” -Tabakta elma ,portakal ve muz vardı.Elma ve portakal köyde yoktu ama okulda yemiştim. Muzu ise sadece kitaplarda görmüştüm . Kokusu çok hoştu ama tadını da nasıl yenileceğini de bilmiyordum. Ben de elmayı alıp yemeye başladım. Biraz sonra öğretmenim geldi muzu da yememi söyledi. Utanıp kızardığımı görünce de muz da yemem için ısrar etti . Çaresiz aldım büyükçe bir lokma kopardım. Tadı iyiceydi de öğretmenim şaşkınlıkla bana bakıyordu. ‘ napıyorsun ,kabuğunu soysana ’ deyince ayıldım. Kabuğunu soymak gerekiyormuş ,’bilmiyordum öğretmenim’ dedim , işi şakaya vurduk gülüşerek muzu bitirdim. Her maaş alışımda çocuklara birer tanede olsa muz alırım ve ilk muz yediğim gün gelir aklıma.” Böyle anlatıyordu ilk muzla tanışmasını ve gözleri doluyordu Mazlum’un.
Bir de ilk görev yeri Doğubeyazıt’taki köyünü anlatırdı .Benim de ilk görev yerim Ağrı olduğu için anlattıkları ilgimi çekerdi :” Hayli uzak bir köyde görev yapıyordum. Yollar kapalıydı aylardır şehre inememiştim. Havalar çok soğuktu. Sıfırın altında 40 dereceyi görmüştüm o günlerde .Bütün köylüler evlerine kapanmıştı.Ne haldesin , ne yersin ne içersin diye soran yoktu. Sınıflar ve lojman aynı çatı altında olduğundan kapının önüne bile çıkmıyordum. Bütün yaşantım derslerdi. Her gün bulgur pilavı ve makarna yemekten de perişan olmuştum. Uzun fırtınalı kış mevsiminin bitmek bilmeyen gecelerinden biriydi. Tipi ve fırtınanın sesinden uyuyamıyordum. Öğleden kalan bulgur pilavına da bıkkınlıkla bakmış bakmış yiyememiştim.Uyuyamam da midemin kazınmasının etkisi de vardı sanırım. Gazyağı çok kıymetliydi ama gaz lambasını da kapatamıyordum çünkü tek başınaydım ve korkuyordum karanlıktan. Birden pencerenin kepenklerine hızla vurulmaya başlandı. Gecenin ikisinde kimdi bu , teröristler falan olmasın ? Gaz lambasını iyice kıstım. ‘ Kim o ? ‘ diye bağırdım . Cevap yoktu ama tahta kepenk yumruklanmaya devam ediliyordu. Çaresiz kepengin kancalarını çıkardım ve pencereyi açtım. Dışarısı zifiri karanlıktı ve çok soğuktu. Hiçbir şey göremiyordum. Birden bir el ve bu elin tuttuğu bir koyun budu beliriverdi gözümün önünde .Gayri ihtiyari tuttum koyun budunu. ‘- Kimsin,nesin?’ diye seslenmelerime aldırmadan kaçışıp gittiğini hissettim birilerinin. Bir türlü anlam verememiştim olanlara.Ne yapacağıma bir süre karar veremedim.Sonra etten biraz doğradım ve küçük tüpün üstünde kavurdum ,iştahla yedim gecenin yarısında . Kalanları da kuşbaşı doğradım ve tezek yanan sobanın üstüne de sabaha kadar haşlanması için kuru fasulyeleri koydum. Derin bir uyku çekmişim. Sabah derse girdim ve teneffüste de yemeği hazırladım ki öğle tatilinde kendime iyi bir kuru fasulye ziyafeti çekeyim. Öğle paydosunda yemeğe başlayacaktım ki köyün ağasının oğlu geldi. Benim yaşımdaydı,iyi anlaşırdık. ‘- Kaynanan seni seviyormuş’ dedim .Yemeğe buyur ettim. Sevinerek kabul etti. Bol etli fasulyeyi iştahla kaşıklıyor bir yandan da laflıyorduk. Bir ara ‘- birisi dün gece bizim ahırdan koyun aşırmış,aradık taradık bulamadık’ dedi. Bizim budun o koyunun bir bacağı olduğunu tahmin ettim ama bozuntuya vermedim. Hatta ikinci tabağı yememek için nazlanan ağanın oğluna ‘-utanma canım , kendi malın gibi ye...’ deyiverdim alışkanlıkla.
O günden sonra her köye çıkışımda herkesin gözünün içine bakar oldum. Kimdi bu kendini saklayan adam. Birkaç ay sonra hasta olan bir öğrencimi ziyarete giderken yolda karşılaştım onunla.Selamımı alırken başını önüne eğivermişti.Tabi hemen koluna girip yürümeye başladım. Köyün en yoksuluydu. Yazın çobanlık yapardı,bir karış toprağı yoktu. Bir sürü çocuğu vardı. Hal hatırdan sonra ‘- e... anlat bakalım şu but işini ‘ dedim. Hemen inkar etti ise de bir süre sonra yalvaran gözlerle bana bakarak :’ – ne olur beni açık etme hoca . Evde yenecek hiçbir şey kalmamıştı, çocuklar üç gün boyunca hiçbir şey yemediler.O gece hepsi açlıktan ağlaşıyordu. Biri çıkıp sormuyordu bunlar yoksuldur ne yerler ne içerler diye.Canıma tak etti , çıktım evden ağanın ahırına girdim , köpekler beni tanıyorlardı ses etmediler. Bir koyun seçip köyün dışına götürdüm ve kestim. Artıkları kara gömdüm . Zaten tipi vardı bütün izler yok oldu gitti.Gövdeyi eve götürdüm parçalara ayırdım ki aklıma sen geldin.Bu köyde arayıp sorulmayan haftalardır doğru dürüst bir şey yemeyen bir de bizim okulun hocası var dedim. Sonrasını da biliyorsun işte.’ Dedi ve ağlamaya başladı , gözyaşları ağanın korkusundan değil utandığındandı. Ben de ağlamıştım , tamam dedim aramızda kalacak bu olay. Ayrılıp işine gitti başı öne eğik... Şehre indiğimde kasaptan bir budun ortalama kaç lira ettiğini öğrendim ve gittim bir hediye aldım bizim ağanın oğluna. Zaten yakında düğünü de vardı. “
İşte böyleydi bizim Mazlum öğretmen.Yıllardır görüşemiyoruz ama mazlumluğu ve dostluğu hep gönlümüzde...

Hiç yorum yok: