18 Ekim 2007 Perşembe

HİCRET VE MUHARREM AYI

OCAK-2006
Yüce Allah, emir ve yasaklarını insanlara tebliğ etmek üzere peygamberler göndermiştir. Görevleri sadece insanları doğru yola ulaştırmak olan bu kutlu elçilerin hemen hepsi, pek çok işkence ve zulme maruz kalmışlardır. Bazısı öldürülmüş, bazısı yurtlarından göçe zorlanmış, bazıları da toplumdan soyutlanarak baskı altında tutulmuşlardır. Halbuki bu kutlu elçiler, gönderildikleri toplum için rahmet, şefkat ve sevgi kaynağı idiler. Onlara gönül kapılarını kapatan toplum, aslında insanî fazilet ve erdemlere kapısını kapatmaktaydı. Allah elçilerini bağrına basan toplumlar ise, insanî erdemlere, aydınlığa kucak açmaktaydı.
Allah elçilerinin sonuncusu, alemlere rahmet olarak gönderilen Peygamberimiz Hz. Muhammed de insanları, şirki ve küfrü, vahşet ve zulmü terk edip sadece Yüce Yaratana ibadete, adalete, merhamete, insanî erdemlere davet etmekteydi. Mekkeli müşrikler bütün insanlığa rahmet olarak gönderilen bu Yüce Elçi’ye akla hayale gelmedik işkence ve zulmü reva gördüler. O’na kucak açma, O’nunla insanlık onuruna yeniden ulaşma yerine; O’nu dışladılar, hayatına kastettiler. Bu ağır baskılar altında tebliğ ve davet görevini yerine getiremeyeceğini anlayan Kainatın Efendisi, Miladi 622 yılında Mekke’den Medine’ye hicret etti. Bu hicret asla bir kaçış olmadığı gibi; sıradan bir göç de değildi.
Hicret; İslâm davasının hedefe giden yolunda bir dönüm noktasıdır.
Hicret; İslam toplumunun teşkilatlanması, bir güç haline gelmesi ve çevresine kendini kabul ettirmesi sürecinin ilk adımı olmuştur.
Hicret; her vesile ile birlik, beraberlik ve dayanışmayı vurgulayan İslam’ın hayat bulmasına yol açan önemli bir olaydır.
Hicret; imanın maddi güç karşısında kazandığı zaferin simgesidir.
Hicret, Allah rızası için; anadan, babadan, yardan, diyardan, maldan, mülkten hatta candan, evlattan vazgeçişin, ibretli ve meşakkatli kıssasıdır.
Hicret; her şeylerini Allah için, göz kırpmadan terk eden Mekkeli Muhacirler ile onları bağırlarına basan, muhtaç oldukları halde onları kendilerine tercih eden Medineli Müslümanların, Ensarın destanıdır. Bu destanda fedakarlık, kardeşlik, ahde vefa, birlik ve beraberlik, değerlerin paylaşımı, özgürlük aşkı, adalet, saygı ve hoşgörü temel konulardır. Alemlere rahmet olarak gönderilen Peygamberimizin Medine'ye hicreti bu değerlerin insanlığa yeniden kazandırılması yolunda verilen mücadelenin en önemli aşamasıdır.
Hicret; Allah’a ibadete, insanî erdemlere, rahmet ve medeniyete gönlünü açanların zaferi; bu değerlere kapılarını kapatanların mağlubiyetidir.
Hicret; nurun hayat buluşu, karanlığın aydınlığa dönüşüdür. Bu büyük dönüşümün gerçekleşmesine katkıda bulunmuş olmanın Allah katında elbette bir mükafatı vardır. Yüce Kitabımız Kur’an bu mükafatı: "İman edip hicret edenlerin ve Allah yolunda mallarıyla, canlarıyla cihat eden kimselerin mertebeleri, Allah katında daha üstündür. İşte onlar, başarıya erenlerin ta kendileridir." Tevbe, 9/20. ayetiyle dile getirmektedir.
Hicreti süsleyen tablolarda çağımız insanı için alınacak birçok ibret ve ders vardır. Bencilliğin, maddeperestliğin, çıkarcılığın, adaletsizliğin tahrip ettiği insanlığın aydınlığa çıkışı; hicretle başlayan ve yeşeren insanî değerlerin, fedakarlık ve kardeşlik örneklerinin hayat bulması ile mümkündür.
Günahlarla, isyanlarla kirlenen gönül dünyamızın, kulluğa, itaate, ibadete yönelmesinin de gerçek hicret olduğunu unutmayalım.
İslam tarihinde önemli bir yeri olan Muharrem ayının onuncu gününe "aşure günü" denilmektedir. Bu günü bir öncesi ve sonrası ile oruçlu geçirmek sünnettir. 1 Hazreti Aişe validemizin bildirdiğine göre İslam öncesinde Peygamberimiz (a.s.) ve Mekke halkı “âşûrâ” günü oruç tutuyordu. Peygamberimiz (a.s.), Medîne'ye geldiklerinde de bu orucu tutmaya devam etti ve ashabının da tutmasını istedi.2 Ramazan orucu farz kılındıktan sonra da Peygamberimiz (a.s.) "âşûrâ orucunu" tutmuş ve “Ramazan orucundan sora en fazîletli oruç Allah’ın ayı olan muharrem ayında tutulan âşûrâ orucudur” buyurmuştur.3 Peygamberimizin bu tavsiyesi üzerine sahabenin bir kısmı bu orucu tutmuş, bazı sahabîler de tutmamıştır.4
Bu ayda Hz. Adem'in cennetten yer yüzüne indirilmesi, Hz. Nuh (a.s.)'ın tufandan kurtulması, Hz. Musa (a.s.) ve ona iman edenlerin Firavun'un zulmünden kurtulmaları gibi insanlık tarihinde dönüm noktası sayılabilecek önemli bazı olayların vuku bulduğu rivayet edilmektedir. Diğer taraftan bütün Müslümanları üzen Peygamberimizin torunu Hz. Hüseyin’in Kerbela'da şehit edilmesi olayı da bu ayda vuku bulmuştur.
Bu acı olayın tasvibi mümkün değildir. Ancak tarihin belli bir kesitinde Hz, Hüseyin ile Peygamberimizin soyundan gelen bir kısım seçkin insanın etrafında oluşan üzücü olaylar, artık tarihe mal olmuştur. Müslümanlara düşen görev, bu tür olayların tekrarlanmasını önleyecek bir bilinç ve anlayışa sahip olmak, kardeşlik, birlik ve beraberliği koruyabilmek ve yüce Allah'ın; "Hep birlikte Allah'ın ipine / Kur'ân'a sımsıkı sarılın ve parçalanıp bölünmeyin" (Al-i İmran, 103) emrine uyabilmektir.
Hepimizin Allah'ı, Peygamberi, kitabı, kıblesi, vatanı ve bayrağı birdir. Bu birlik, birbirimize sevgi ve saygı bağları ile bağlanmamızı gerektirir. Kardeş olarak yaşamamız Rabbimizin ve Peygamberimizin bir emridir. Yüce Allah, "Müminler ancak kardeştirler"5 Peygamberimiz (a.s.) ise "Müslüman müslümanın kardeşidir, ona zulmetmez",6 "Sizden biriniz kendisi için sevip arzu ettiği şeyi mümin kardeşi için de sevip arzu etmedikçe (gerçek anlamda) iman etmiş olamaz"7 buyurmuştur. Allah ve Peygamberin bu emir ve tavsiyelerine uyarak birbirimizi sevelim, Rabbimizi, Peygamberimizi ve O'nun aile fertlerini ve ashabını da sevelim. Bu sevgi, müslümanların müşterek heyecanıdır. Peygamberi, aile fertlerini ve ashabını sevmenin en büyük göstergesi, onların yolundan gitmek ve onlar gibi Kur’ân ve Sünnete uygun bir hayat yaşayabilmektir.
1- Tirmizî, Savm, 50. III, 128.
2- Buhârî, Savm, 69. II, 251. Müslim, Sıyâm, 128. Tirmizî, Savm, 49. III, 117
3- Tirmizî, Savm, 46. III, 117. Müslim, Savm, 38. No:202. Ebû Dâvûd, Savm, 56. No: 2429.
4- Buhârî, Savm, 69, II, 251. Müslim, Sıyâm,113-126. I, 792-795.
5- Hucurat, 10.
6- Buhârî, Mezalim, 3b III, 98.
7- Buhârî, Îmân, 7. I, 9.

Hiç yorum yok: